27 Ocak 2011 Perşembe

YÜZYILIN SOKAKLARI

Alaturka bir hüzündür yaşamak
yağan kar mı yoksa kan mı gökkubbeden

Ürkerek açıyorum güne pencereleri
ölüm haberleriyle sarsılıyor antenler

Kadeş Savaşı bize üç bin yıl uzak
öyleyse bu vahşet ne eğer biraz insansak !

Namluya mermiyi sürene bakın hele
uygarlıktan dem vuruyor kürsülerde

Şu çocuk mezarları bir dile gelse
tükürür yüzünüze , tükürür yüzünüze

Açlıktan inliyor dünya coğrafyası
Haklar Bildirgesi hâlâ güzel bir ütopya

Zincirler şakırdıyor suskun sokaklarda
Spartaküsler’ini aranıyor bu çağ

Sabahı kanatlarına doldurup seviştikçe
aşkça ötüşen kuşlara imreniyorum

*(Mühür Ed. Dergisi;Tem.2009)

SIFIR VE SINIR

Söze nokta koyamıyorum
benim bitti dediğim
yeni başlangıçtır sizde

Sessizliği suladıkça
çıtırtılarla büyüyor
gül sıkısı bir bahçe

Beklerim son durağını
tülüne bürünüp gecelerin
yanlış ömrün gölgesinde

Ayrı sanılan her kımıltı
birbirini tetikliyor
bu karmaşık panoda

Yolunu yürüyor her kervan
karıncanın ne hükmü var
sakın ola böyle deme

Tartılara vurulunca
eksiği yoktur arının
orman göçüren filden

Sonsuza uzanan zincirin
mini minnacık halkasında
çalkalanır ömrümüz

Hangi sıfır hangi sınır
bu bitimsiz müzikte
söze nokta koy gel de

*(Eliz Ed. Kasım,2010)

YANIK TAMBUR

Ateşten havuzun içinde
ay büyüyor gecede

İnceden iniyor tülü
kuşanıyor kuytuları

Su mudur dökülen
alevin dilleri mi yoksa

Hüzzamda karar kılıyor
zaman yorgunu şadırvan

Çargâhı mestane yolun
koy başını göğsüme

Yanık tambur, içli ney
öksüz çocuk gibiyim

Aşk bahsinde yaralı kuş
ıssız yuva gibiyim

Hiç sönmeyen yangını
taşı diyorsun bana

su ne yapsın ateş ne
doğuştan bir sarhoşa

Ay büyüyor gecede
yıldızlar dökülürken

“Yalnız bırakıp gitme
yine bu akşam erken”

*(Turunç Ed. Dergisi.Aralık,2010)

26 Ocak 2011 Çarşamba

KIRLANGICIN ÇALIMI

Deniz olmazsa ırmak neye yarar?

Yakanızda bir soru işaretiyim
yorulmak nedir bilmeyen bu akış
yatağıyla sevişir görünürse de
deltasına koşuyor yani denize

Hades, Kerberos'la sevişedursun
dağ olmazsa uçurumu neyleyim…
Senden düşüp sana çıkıyorum
ömrüm oluyor aradaki yol,
çölde vahayım kara gecede
ıtır savruluyor gülendamından

Aşka ibadete masal deme sakın
sevişen kuşlara bak,köpüren dalgalara
biri yoksa anlamı ne diğerinin?
Bu sarmalda al basıyor dalları
kum kendini dağ sanıyor dağsa uçurum
kendine özgedir kırlangıcın çalımı
ateş olmazsa suyu neyleyim…

Soyundum tenimden can hırkasını
sen önümde salınırken anadan üryan
şaşkın halindeyim aşkın ey güzel kadın,
köpüren alevim,kim durdurur bu yangını?
Odalar cam fanusa dönüşür sensiz
kilit pas tutarsa anahtar neye yarar?
Deltalara bölünüyorsam olur olmaz
seninle kıyısı var bu delicoş ırmağın

*(Kıyı Ed. Tem.Ağs.,2007)

ÇÖL KOKUSU

Ahh ne çok Derviş Mehmet
ne çok yarasa
ören

Urganı belinde cellatlar
zamana kafa tutuyorlar
kuş kanatsız uçarmış gibi
insan aşksız yaşarmış gibi

Ahh ne çok Nalıncı Hasan
ne çok mehdi
kavuk

Sokaklarda çöl kokusu
sıkma başlı fesleğenler
benzi soluyor çocukların
gül utanıyor suyundan

Kubilay’ım soruyor;
böylesini gördünüz mü
yılan dilli ihanetin,
akıl acılarla kıvranıyor
hurufilerin ellerinde

Olimpos’tan Arabistan’a
ne çok tanrı
karmaşa

Hangi kanalı ‘zaplasam’
anlamdan söz ediyor
anlamsız birileri
her gün biraz daha
değişiyor kutsal kitap

Hayat gel gitlerle çoğalıyor
dalga dalgaya yüklenirken
biçim beğeniyor özüne
o muhteşem girdap,
su kendini aklıyor hava da
çürüğünü özenle ayıklıyor
her kımıltının soy ağacı

Ahh ne çok yol
ne çok yol ağası
bezirgân başı

Muzaffer komutan edalarıyla
çıkıyorlar karşısına halk kervanının
Binbir Gece Masalı’nı açıyorlar önlerine,
dilek çadırları yalan ve şehvet kokuyor
dilek çadırları talan ve kan kokuyor

*(Akköy Dergi; Kasım,2010)

AYKIRI BERABERLİKLER

Bir yürek yangını ki sorma gitsin
düşlerde aşkı arar gibisin
acılar var tadılmadık kim ne bilsin
yaşayamadığın ömre yanar gibisin

Bildiğini sandığın hiç bilmediğin
beraberliğine anlam veremediğin
sevdalara uyanıp eremediğin
acının kirmanında döner gibisin

Zorlama alevini içindeki yangının
zamanı akışına bırak da gitsin
yıllarını verdiğin bir yabancıyı
o kimdi diye sorar gibisin

*(Beste:Cemil Derelioğlu
Makam:Hüzzam
Usûl: Düyek)

(TRT Arşivi)

AY VURGUNU

Ay vurgunuyum bu gece
uzun bacaklı nehirler akıyor
inleyen çağlayanlara doğru

Son virajlarını dönüyorum
resimlerde eskiyen mevsimlerin
diklenmen anlamsız ey yaralı ömrüm

Yıldız kuşları da neyin nesi
konup uçarken mavi sakallarımdan
bir tutam gökyüzü bırakıyorlar odama

Hüzzam makamının zamanıdır şimdi
konuşsun tambur,inlesin ney,dil sussun
ay’ın sofrasında ışıkları giyinelim bu gece

Mataramda yıllanan şarap ve şiir
yekinmeye hazır nice söz saklıdır
külhani baharlar saklıdır güzün içinde

Kavgalarla eriyen bir dağ ömrüm
hayat yeni giysiler biçiyor tenime
önce gidenlere yetişme telaşıyla
geçip gidiyorum dostlar toprağın türküsüyle

*(Zalifre Yazıları;Tem.Ağs.2010)

AŞK TERLEMESİ

Beni gülüşünle sına hüznünle değil
akşamı getiren kuşlar yuvaya döndü
rüzgâr sustu kuytularda, sular duruldu
yalnız bir gölgeyim duvarlar arasında
ne çokmuş söylemediğim söylediğimden
sana güller veriyorum birazcık eğil

Odalar senin olsun dağların dili benim
ben çıkarım yokuşları anadan üryan
"yeter ki kararmasın
sol mememin altındaki cevahir "
hayır gelmez anladım canı eşya görenden
dost sandığım mor yalnızlıkmış meğer

Ola ki buzun altı sıcak su yatağıdır
bulurum ümidiyle saklı şifrelerini
açmayan bir gül ağacını okşuyorum inatla
şakıyan renkleri gösteriyorum
aşk terlemesini
son limanların kahırlı türküsüyüm artık
sensiz de yelken açar bu yorgun gemi

Güz haritasının çetrefilli yollarında
kılavuzu kendi olan yalnız bir kaptan
bulur mu acaba aşk sokaklarını
yıllardır aradığı o düş ülkesinin,
zaman kuyulara doğru akıyor hızla
her gün yeşil bir yaprak eksiliyor ömrümden
gövdem şimdi inim inim inleyen bir nehir


*(Onaltıkırkbeş: Nisan 2007)

AŞK GİRİNCE ARAYA

Sabaha dökülen ışık
öpüverir sıcacık
alaca karanlığı,
göğüslerinin gülünü
koklayarak uyanırım
aşkı susar ortalık

Bir çağlayan savrulur
mor uçurumlarından,
bir deniz türkülenir
gözlerinin arasından,
gökyüzünün cümbüşleri
kuşlar uyanır sonra
rengi yiter ıssızlığın

Gamzelerinin ucundan
kelebekler havalanır
bahar gelir usulca,
tenimi yollara böler
kımıltılar kervanı
taşır beni yüksünmeden
ürpertiler içine
çözülür zamanın pası

İki oda bir salonda
ipektir sözlerin şalı,
kapılar güne açık
pencereler demirsiz
maskeler duvarda süs
bir huzur bahçesidir
camlara dayanan dünya,
nazlı bir sevgili gibi
öpüverir sıcacık
aşk eksilmez ömrümden

*(Şiir Ülkesi;Nisan 2004)

ADA

İçli dışlıyım suyun her zerresiyle
benim için çalıp söylüyor deniz
ıssızlığım yorgun bir aşkın kitabı
her sayfasında ben çıkıyor önüme

Seslerin rengini öğreniyorum usul
yengeçlerin dansından derinlerin dilini
sarmal kozaları çözüyorum birer birer
dünya dönüyor önümde belki de evren

Kavga yüklü gemiler geçiyor etrafımdan
köle tacirlerinin sesiyle kirleniyor suyum
şaha kalkıyor aşkla börtüm böceğim
sakınarak örtüyor üstüme güneşin ellerini

Girilmedik ada çiğnenmedik bahçe mi kaldı
zehirli otlar panayırına dönüştü dünya
korkuyorum maskelerin altındaki yüzlerden
korkuyorum acımasız talan tacirlerinden

Biz olalım dedikçe artıyor yalnızlığım
kendi bayrağını açıyor bütün ‘izm’ler
iştihayla yavrularını yiyiyor o kara kedi
korkuyorum yeşil yağmurların cehaletinden

*(Eliz Ed. Eylül,2010)

ASSOS’TA AKŞAM

Güneş denize düştü
mavisine kor bulaştı
rüzgârla cilveleşen
bahar kokulu suyun

Başı solgun kızıl gül
iki göğüs arasında
uykuyu içti gözleri
iç geçirdi bir çocuk

Şaşkın bir martı
tüneğini aranırken
dağın gölgesi indi
kıyıları öpen suya

Usul adımlarıyla
döne döne yerleşti
sarı benizli ay
yıldızların arasına

Menevişli denizin
içinden yükseliveren
koca bir balina gibi
salınıyordu Midilli

Sonsuzluğun sesiyle
aşk içre sarmaş dolaş
bir şimşek çakımıydı
düştü ömrüm önüme

*(Şiirce Edebiyat;Ağust.2010)

22 Ocak 2011 Cumartesi

SATRANÇ

Altmış dört karenin sekiz cephesi benimdir
yılan yüzlü birileri piyon demiş adıma
kolayca harcanacak bir nesne yani
düş odaları sığ olanların ellerinde
mermi sesinden ürken asker gibi
kendimi aranırım bulunduğum siperde
ardım sıra dizili omuzu kalabalıklara
hiç bıkmadan anlatırım bu gerçeği
benimle başlar savaş biter benimle

Düşünce tarlasında iki karedir yerim
kalın duvarlarımın olduğu söylenirse de
burçlarımı tutanların acemiliği yıkar beni
açılır bütün kapılar içten fethedilirim
işte bu an başlangıcıdır sarsıntının
ya uyanıksa biliyorsa becerilerimi
tek kaleyle de savunabilir ülkesini
göğüs kafesinde ırmaklar akan biri

Siyahtan beyaza ya da tersi ‘L’ ler çizerek
eşimi aranırım birlikte koşmak için
gök ülkeden geliyorsa şahin gözlü binicim
kırılır kilitleri şaha giden yolların
Küçücük bir çakıl taşı dağlaşıverir önümde
kesilir dermanı rüzgârla yarışan yüreğimin
kuralları hiçe sayan binicim acemiyse
başlamadan biter savaş, tökezler ayaklarım

Çapraz kulvarlarda gidip gelmektir işim
eşimle çıkarım yollara aynı at gibi
fil denince uzun hortumlu iri cüsseli
bir de Kartaca Komutanı Hannibal’in
yakarken Roma’yı gücünden yararlandığı
kalın derili acayip bir hayvan gelir akla
oysa avuç içine sığan bir çift oyun taşıyım
okyanuslarında dolaşırım düşüncenin

Tanrı’yı cebinde taşıyan bir vezirin ülkesi
gül bahçesi gibidir aşklar meşkler içinde
geçip giderken ömür kimseler kahır çekmez
insanlığını unutup da tanrı sanırsa kendini
bir koyup beş almayı düşünür evvel aklıyla
eksildikçe çıldırır bir kumarbaz gibi
ol saltanatın yeller eser yerinde

Taç kimin başındaysa şah odur, deli ya da veli
atadan kalma nişanesidir hükümranlığın
titrek bacaklı bir çocuksa bürünür kaftanına
tersine akacağını da sanır ırmakların
bir sabah ay’ın güneşi öptüğü saatlerde
dağları yüreklerinde taşıyan birileri
sökünce menteşelerini saltanat kapısının
kenevirden yapıldığını anımsar urganın

Uyanıkken rüya görmeye başladı mı insan
hayatın tartısına vurmalı kendini
avuçlarına doldurup toprağı koklamalı
kor ateşlere yaslamalı başını ki
ömrüyle içinde mi hayatın anlasın
yoksa suların üstünde yürüdüğüne
ay’ı ortasından ikiye böldüğüne
ölüleri dirilttiğine inanır
uğruna kurban olduğu şahın

Aynı güneşle ısınıyoruz zamanın karelerinde
genizlerimizi yakıyor gözyaşının tuzu
kırmızı akıyor damarlarımızda kan
karanlığı tel tel bölen şimşeğin
gök gürültüsünün içimize saldığı korku
doğduğumuz mağaraları gösteriyor bize
bir insandan kral yapmak; kah kah kah
birlikte oynadığımız bir oyundur yaşamak


*(Yenibinyıl Şiir;2001)

IRMAKLARIN KONUŞMASI

Fırat Kızılırmak’a soruyor;
biz kana doyduk ey güzel su
ürpertilerle geçti bin yıllarımız
biter mi kıyılarımızdaki pusu?

Üryan kızları özledi bağrımız
şenlik ateşiyle yükselen türküleri,
ayrımına varırlar mı ki aşklarımızın
kirli baltaların barbar bileyicileri?

Denizin kokusunadır uzun koşumuz
mor büklümlü akşamların aşk beşiğine,
ey silah tacirleri ölümün kirli tüccarları
dağları dize getirmek kimin haddine?

Kommagene’yi bilir misiniz?
Binlerce tanrının cirit attığı ovaları,
bu coğrafyanın tam kalbinden doğuyoruz
görmezden gelebilir misiniz Anadolu atlasını?

Nice fetbazı aldı koynuna girdaplarımız
nice aşklar doğurdu nice destanlar,
yatağımız derinleşiyor içli seslerinizle
kimseler silemiyor insan kokusunu

Usulca yekiniyor yaşlı toprağın kollarından
yek vücut oluyor sonra binlerce pınar,
adı Sakarya,Dumlupınar,adı Yeşil ve Kızıl
kirli kürsüler birer birer boğuluyor sarmallarında

Kızılırmak Fırat’a sesleniyor usul;
güneşi eteğinde saklayan kadınlara bak ey güzel su
ateş gözlü çocukların anaları ölümlerden bıktı usandı
bir halaya kalkar gibi iniyorlar meydanlara
kumruların yüreğinde bıçak kemiğe dayandı
bıçak kemiğe dayandı

*(Afrodisyas Sanat;Ksm-Aralık.2010)

AŞK AVLUSU

Toprak kirlendi cancağızım
ateş zorluyor külü

Korkuyla kim yaşamış ki
kim tüketmiş ömrünü
duvarlara haykırmadan

Yağmur kirlendi cancağızım
çatırdıyor suyun bendi

Hayra alâmet değil
için için susmalar
pas akıyor sokaklardan

İnsan kirlendi cancağızım
‘hep bana’ dan utanmıyor

İlâhili bir arabesk
avlusunu daraltıyor aşkın
gölge gibi geçiyoruz hayattan

*(Beşparmak;Ağst.2010)

21 Ocak 2011 Cuma

KAR SIZISI

Şimdilik bir rastlantı

bombalar düşmedi başıma

salgınlardan kurtuldum,

ensemde kara cehennem

dişlerinin sıcaklığı

kanserin, sarılığın, sars’ın,

bir korku filmi yaşadığım çağ

ömrümün ellinci yaşı merhaba


Düşlerimde kar sızısı

alnım ateşler içinde

gören içtiğimi sanacak

dünya yalpalıyor oysa

yanık ceset kokuyor ortalık,

her an çalabilir kapınızı

zamansız ecel tanrıları

diğer namıyla uygarlık !


Payıma düşen güneşe

göz dikenler karşısında

konuşmak yasaktı ya

susmak ölümcül ayıp,

iyice büründüm gömleğine

gül açan insan sıcaklığının

bir yudum sevgi uğruna

el edip çağırdım sizi

bekledim aşkın kıyısında


Yaşanacak ne kaldı ki

demeler sizin suçunuz

yürekleri paylaşmayı

tenden ibaret sayanlar

hangi toprağı suluyorsunuz?

Size dokunmayacak mı

dünyayı saran yılan?


Kuyruğunu çevirip

incecik ensesine

gururunu onarıyor

adı hayvan olan akrep

ateş çemberlerinde

siz susuyorsunuz


(Yağmurkuşunun Türküsü'nden;sf.45-46)

İKİLEM

Değişiyor nesnelerin türküsü yavaşca
kaynağına dönüyor gözüme ilişen renkler
yakama heyecanla taktığım gül soluyor
bir el okşuyor alnımı soğuk mu soğuk
aranıyor sürüsünü çoban kayıp dağlarda

Gel gitini unuttu kıyısında gezindiğim deniz
ne ay'ın hükmü geçiyor geceye ne güneşin sabaha
kavrulan ıssızlıkların biterken başlıyor yolları
iş olsun diye salıyor ağlarını sulara balıkçılar
sözden taşan türkülerle direniyorum hayata

Bahçelere açılırdı pencerelerim gül kokularına
dağ sularıyla yıkanırdı uzun boylu bir süvari
her an'ıyla örtüşürdü kalbindeki 'süveyda'
sardunyalar bile küstü zemheride boy atan
kulağıma doluyor artık geri dönüşün türküsü

Herkesin başrol oynadığı çok kişilik oyunda
perdeleri indiriyor sahneye sufle veren ses
bitiş müziğine karışıyor duymadığım bir senfoni
dağların devrildiği yerden esiyor rüzgar
inişe geçtiğim merdivenin son basamaklarında

Gülibik şafakların yanan teniyle sevişmedim mi
söyle bana sularını yitiren yorgun ırmak
binicisini yok sayan zamanın küheylanı
dörtnala gittiğin bu hangi davet?
Düşümü gerçeğimi yollara dağıtarak

Bülent GÜLDAL
(İKİLEM: Pencere:Nisan 1999)

MİÇO VE KAPTAN

Hem miçosu hem de kaptanıyım
suları yanan yorgun geminin

Pruvama vuran her dalga
dibe doğru çekiyor

Göz alıcı kıyılar birer tuzak
açıklarsa zehirli yalnızlık

Aşklarım seyir defterimde
gümüşi ve mor birer salkım

Kiminin cilveli türküleri
kimininse gözleri kaldı bende

Hayata asılıyor hâlâ
içimdeki cambaz miço

Ölüme davetkâr gibi
fırtınalı kaptan yanım

Hem çırağıyım hem ustası
sularda salınan yorgun geminin

Kayaların elleri yakıyor fenerleri
sessizce çağırıyorlar sonsuz girdaba

*(Afrodisyas Sanat; 2009)