16 Temmuz 2011 Cumartesi
Şiirler
Bülent GÜLDAL
İMBAT YAYINEVİ
Bülent Güldal’ın Kitapları :
Şiir :
Dördüncü Cemre
Durgun Sis
Sabaha Biriken
Anası Okyanus
Bülent Güldal, 1 Ocak 1954 Ceyhan doğumlu.
1987’de Yeni Türkü Şiir Yayınları’ı tarafından düzenlenen yarışmada başarı, 1999’da İbrahim Yıldız Şiir Yarışması’ında birincilik, 2000 yılı Ali Rıza Ertan Şiir Yarışması’ında başarı,Ş.Avni Ölez Şiir Yarışması’nda birincilik (2007) ödüllerini aldı.Yazarlar Sendikası,Edebiyatçılar Derneği,Besam ve Mesam üyesidir.
Bestelenmiş şiirleri vardır.
İÇİNDEKİLER
Yağmurkuşunun Türküsü ................................................ 9
Ay Yangınları .....................................................................11
Yalnız Fener .......................................................................16
Şiiri Aranırken .................................................................. 18
Beyaz Uyku ........................................................................ 20
Bir’in Çaresizliği ............................................................... .22
Pusular Panayırı ................................................................ 24
Kırılma Noktası ............................................................... .25
Düş Meyhanesi ................................................................... 27
İlâh Yaratanlara Gazel ...................................................... 30
Ten ve Kum ......................................................................... 31
Ateşin Rüzgârı ................................................................... .33
Yanlış Gazel ........................................................................ 35
Sondan Bakınca ................................................................. .36
Terzi .................................................................................... 38
Fötr Şapkalı Adam
Şair ve Diğerleri ..................................................................41
Zehrin Ustaları ................................................................... 43
Figan Faslı .......................................................................... 44
Kar Sızısı .............................................................................45
Işık Merdivenleri ................................................................ 48
Satranç ................................................................................ 49
Eko Çöküntü ...................................................................... .52
Mavna ..................................................................................54
Alfabe ..................................................................................56
Kybele ..................................................................................59
Seni Dinlerken .................................................................... 60
Yaz Önü ...............................................................................61
Yolcu ....................................................................................62
Hoşcakal Sokağı ..................................................................64
Her Kadın Biraz Annem Biraz Sevgilim ...........................65
Ay Evi ..................................................................................66
Çargâh ............................................................................... .67
Nehir ....................................................................................69
Ten ve Şarap ....................................................................... 70
Aşk Bu olmalı ............................................................ 71
Güz Kapısı .............................................................. 73
Güz Durağı ............................................................. 74
Güzden De Öte ...................................................... 76
Beş Milyarda Bir’in Aşkı ..................................... 78
Suların Çağrısı ....................................................... 80
Geçkin Yaş Kumsalı .............................................. 81
Ayrılık Kavşağı ...................................................... 83
Anlamazlar Elinde Ömrüm .................................. 85
Sarısabır Bahçesi ................................................... 87
Çakıl Taşının söylediği .......................................... 91
Misafir ................................................................... 92
Yel Değirmenleri ................................................... 93
Aşka İbadet ............................................................ 95
Gül ömürler öğütülüyor ateş değirmenlerinde
acıların izini sürüyor yorgun kalabalık
aklım erdiğinden beri içindeyim bu hüznün
kabara şakırtısı, kurşun yarası, kan damlası
kuşlar geçiyor düşlerimden gökyüzü renginde
türkülerine yüz çevirip kalem kırıyor hakimler
YAĞMURKUŞUNUN TÜRKÜSÜ
Her eve Nâzım verelim. Atlas bulutlarda harmanlanmış altın sarısından aşkın. Nasıl kafa tutulurmuş zehirli otlara dip sularda nasıl yüzülürmüş anlaşılsın.
Karadeniz’i verelim size. ‘ Papa XII. Pie gibi önü açık yatar: Bir eski zaman orospusudur sanki. Sarkık memeli.Huysuz.Yatalak.’ İlhan Berk’ in penceresinde yanlış öten bir kuşum.Bilmem siz nasıl düşünürsünüz.
‘ Ya sus-git, ya konuş-gel,ortalarda kalma ’. Söylemini getirdim kapınıza Özdemir Asaf’ın. Irmakları tersine akıtmak isteyenlere duyurulur. Kavgalar en az iki kişilikse aşk bire nasıl indirgenir? Sarmalda incecik bir lifiz unutuyorsunuz.
‘ Işıklarla oynamayın’ diyordu Hasan Hüseyin. Kurşun eritiyordu sağır kulaklara.Şarabını yudumlarken çevresinde pervaneydiniz.Ölümün eli değdi alnına.Arabesk dediniz. Gömütünde açan güller soruyor: Işıklar kararırken nerelerdeydiniz?
Küçük evlerin düşlerini isterseniz Behçet Necatigil verelim biraz.Karabiber, kâfuru ya da fesleğen. Hırçın sevgilerinize serpersiniz.Hayatın kenar süsüdür yorgun yaşamak.Kimseleri ilgilendirmiyor küsmeleriniz.Anlaşılmak için daha çok beklersiniz.
Sınıfta bırakılıp azarlandıkça başkaldıran ‘Adiloş Bebe’ nin hakkını verelim.Çılgınla mazlum arasına hakem olsun Ahmet Arif.Dicle’nin kıvrımlarından dinleyelim harami masalını. Çıplak krallar utanır mı acaba?
Üsküp Koruluğu’nu verelim size. Şiirin öldürüldüğü meşelik ormanı.Yüreğinizde saklayın ömrünüz boyu.Dar sokaklardan sıyrılıp gökyüzüne çevirin gözlerinizi.Kul kim, efendi kim anlayacaksınız.Kimler için kurban olmuş Sabahattin Ali?
Yolcu yolun özgürlüğeyse kapını açık tut şair sözüne.Kartalın görkemine olduğu kadar yağmur kuşuna da pay ver aşkından.Ummana bakarken zerreyi anımsa.Sana ait değil mi başında dönen dünya?
Her eve şair verelim. Bir kurşun gibi ağır. ‘ Üvercinka’ gibi ince. Trajedyalardan süzüp hayatı otur aşkın sofrasına.Verilenle eksildiğini anlayıp almaları öğreneceksin. Yolcu yolun özgürlüğe ...
***
AY YANGINLARI
Aşk biraz da çoğaltmaktır yalnızlığı
gözlerinde fırtınalar kopan bir kıza
öyküsünü anlatırken kanlı türkülerin
gurbetin yollarını adımlamaktır,
ola ki bir bahar rüzgârı öper alnımızdan
hüzün çiçek açar başlar ay yangınları
Ardışık sayılar gibiyiz sizlerle
ben çok üslü kökünü aranırım ömrümün
sonsuzun uçlarında karşıma çıkarsınız siz
bütün açılarınız geniş ve kuş cenneti
şafaklar söküyor alnınızın elipsinde
sınırları birleşiveriyor bilinmezin
Bir çemberin yarısı kaşlarınız
renk cümbüşü var kirpiklerinizde,
gözüm iliştikçe dudaklarınıza
soluğumu kesiyor bakışlarınız
hükmü kanıtlanıyor denklemimizin
‘ her ne var ise aşk imiş’ evrende
Bir avuç sözcük saçarlar önlerine
modaya uyup dünyanın falına bakarlar,
anıları istifleyip düş odalarına
okşadıklarını sanırlar kalabalığı,
birbiri üstüne yığılır zamanla
yerleşir aramıza anlamsız anlar
Sırsız aynalardan yansır yalnızlık
benmerkezli sarsıntılarla eksilir ömür
çıkrığından boşalır derin kuyunun ipi,
unuturlar avludaki gül bahçesini de
öte yaşam sarmaşığına sarılırlar
zehre keser hayatları ilahiyât derslerinde
Eskiyi yeni yapmaların ustaları
isini pisini silerler camların
duvarları karanfillerle ovarlar,
havasızdır yine yürek kuşları
ters ilmeklere takılır kalır uykuları
kıyısında ot bitmez ırmaklarının
İçimi serinleten içtiğim suda
paralel çizgilerin ucundasınız,
hüzne denekler arıyor ya birileri
el edip çağırır gibisiniz,
payınıza düşen gökyüzü altında
bu yüzden kokusuz naylon gülleriniz
Aşk biraz da çoğaltmaktır yalnızlığı
kan yitiren bir ülkede şiiri aranırken
cangılların feryadıyla uyanmaktır,
yavrusunu yiyen kedilerin vahşetiyle
sızlayıp büyürken gözbebeklerimiz
hayat kumaşını bulutlardan biçip
çobanı olmaktır sis dağlarının
yoksa nasıl bakabilirsiniz
gözlerine çocuklarınızın ?
***
ŞAİR ÇIKMAZI
Bir yanım koca dağ derin deniz diğer yanım
çiçek derseniz kızlar gelir pınarlardan
sofralar kurulur aşkın dergâhında
İncedir rüzgâr dalgalar kabarır inceden
uzak dur aman dağları küçümseyenden
o nereden bilecek Kybele’yle seviştiğini
Dikenlerin ucunda açan mor zambak
kılavuzun olur çağlayanlara doğru
elinden tutar yer altı dereleri
Kentlerin ağzı köpürüyor bildik kavgalarla
sen sabahın içinde ormanları soluyorsun
sözcükler fışkırıyor ateş kuyularından
Bu dil dağların dili derin maviliklerin
kuş şakıması, gül patlaması, aşkın hası
ortasında bir mevlevi gibi dönüyorsun
Hayat güze dökülüyor telâş içinde
açılıyor kapıları sonsuz suskunun
bu türkü bitebilir kim umursar Güldal’ı?
Ömrümüzün bezzazı bize sormuyor
Kendince biçiyor kumaşını düşlerimizin
kimine göl düşüyor kimine umman
Gölsen eğer vadilere çevir yüzünü
büyük balıkları besle koynunda
taşlarla konuşmayı öğreneceksin
***
YALNIZ FENER
Dalgalar hışırdar kayalıklarda
bıçağını biler keskin rüzgârlar
yalnız bir ışığın hüznüdür bu
bir kendi aynam bir deniz duyar
Suları yollara böler aysız gecede
pruvası gurbet kokan gemiler geçer
elinde kitapları yorgun bir adam
düşlere dalar uskur izinde
Aşık bir fenerin gördüğüdür bu
gecelerle öpüşmenin aşkıdır bu
aydınlığı köpürtür de kimseler bilmez
kendiliğinden yanmanın hazzıdır bu
Dağların kumsalı öptüğü yerde
ürkek martıların sırtını okşar
gizini anlatır derinliklerin
dost olunsun ister gülen yüzüne
Bir dalın kırılması ürpertir onu
yıldız kaymaları canını yakar
ışığıyla sıvazlar karanlıkları
sabahı bekler kan ter içinde
Önü deniz arkasında dağ
yedi rengi böler attığı nakışa
ormanların türküsü bir de suların
elinden tutarlar yalnız adamın
Adam mı fenerdir, fener mi adam
ışıktan damlalar akıp durdukça
aşkta karar kılar sessiz kapılar
birlikte çırpınırlar mor akşamlarda
***
ŞİİRİ ARANIRKEN
Hayatın dudaklarından yükselen buğu
öpüyor beyaz çiçeklerinden toprağın
göğün ve suyun aynasından yansıyan
dirimle bölüşüyor aşkı içimdeki ses
yaşama sevinci dolduruyor genzime
yumruk kadar kuşların türküleri
Yaz bahçelerine giderken rastladığım
dağların böğründeki gizli gülistan
güldü bana toprağının bahçıvanı sanıp,
ay ışığına büründü birden yıldızsız gece
ömrümün sofalarına düğün dernek kuruldu
baş köşeye oturdu masal bir aşkın sancısı
yaktı içimi şiire anahtar sandığım
Kum mavisine benzeyen gözlerinizle
terini siliyorum çiçek doğuran yüreğimin
kanımı köpürtüyor masum bakışlarınız
ya daha çok sarılıyorum ömrünüze
damarıma sızdıkça dalın ucundaki renk
delirmekse bunun adı deliriyorum
Bulduğumu sanırken usulca yitendi o
kuytularında dağların rüzgârla oynaşırdı
kokusunu duyardım da göremezdim tenini
göz, dil ve dudaktan ibaret sanıp yanıldım
geme gelmeyen oynak kısraklarla
seviştiğini söyleyenlere inanamadım
Çığ düşüyor içime ne zaman yola koyulsam
uçurumların asma köprüleri çıkıyor önüme
saklıyor kokusunu o vadi hoyrat avcılardan
ya ben sevmeyi bilmiyorum
o gül bahçemde açmıyor ya da
girdabına kapıldığım her suyu deniz sanıyorum
***
BEYAZ UYKU
Bir gülü, bir gülüşü yaşatma telâşıyla
kristal vazolar taşırım ıssız odalara
küsüp de boyun büken tül yaprakları
sularıyla ovarım dağ pınarlarının,
kırılan dalların türküsü canımı yakar
ömrümün ortasından hüzünlü bir ırmak akar
Kar yağar, tohum delice sevişir toprakla
bir şifreyi kodlar göze ilişmeyen damarlar
dilini kim bilebilir beyaz uykuların?
Aynı alevden yansır dirim ve ölüm
kar yağar, yuvasız kalan kuşlara üzülürüm
aşkın eski alfabesidir bütün kımıltılar
20
Işıkları söndürmeye kararlı adımlarıyla
silahını kuşanmış avcılar geçer yanımdan
gökyüzüyle sevişen kuşlar da ağlar,
köpüren gagalarıyla neler anlatırlar?
Ya namlu ucundaki insanın haykırışı !
Puşt, puştluğunu yapacak anlaşıldı
gülü ayrı tutmalı ısırganlardan
Soyunu kurutmak için mercan bakışların
ovaları tüketenler dağlara yürüyorlar,
payıma düşen aşkın farkındayım artık
tanrılar kitabını hatmedip yaktım
bu yüzden kardeşim belki karıncalarla
gölgesini arayan bir ceylan ya da,
içimi acıtan bir soru;
biz bu kadar yalnız mıydık?
21
BİR’İN ÇARESİZLİĞİ
Gül kadrini bilir canım
dalları basan baharın,
savrulur tepelerden
terleyen kar taneleri
girer bağrına toprağın,
başlayan aşk oyunudur
vuslat içre a canım
Kendi kendine kurulan
bir paylaşım sofrasıdır
ne bir eksik ne bir fazla
yaz boyu taşır yükünü
tüyden hafif karınca,
türkü yağar gökmemeden
karnı doyar fillerin de
22
Gün ışıyınca bakıver
kıvranan bir kadındır
gözüne ilişen dünya,
sunar ak göğüslerini
karşılık beklemeden
bu alış verişte ölüm
çürüyen bir yapraktır
Sustur susturabilirsen
ötüşü aşkçadır kuşun
gülün soluması da,
set mi dinler çılgın su
deniz sesini duydukça,
alnımdan damlayan ter
bu bedele karşılıktır
Elma düşer dalından
tufanlara bayrak açar
elmayı tutan dal,
aşk makas değiştirir
ölümün durağında
yeni bir oyun başlar
ben giderim kalan biz’dir
bir’in çaresizliğini
anlatır kalabalıklar
23
PUSULAR PANAYIRI
Bilirim bilmesine hüznün hilesini
ölümün dirim olduğunu da bilirim,
düşerim yine hayaller peşine
gözlerinizin içinde döner dünya
titrer elim ayağım insan olurum
Bütün doğumlar yeni hayat kitabında
derin suların kayalarıymış eski,
birini unutursam etrafıma bakarken
kokusuz açıyor gül, kuş kanatsız uçuyor
giysi biçiyorlar tenime tanrı torunları
yılanların değiştirdiği gömlekten
Bir dağın koynunda doğurmuş anam beni
karla ovmuş sırtımı,ateşle dağlamış
düşlerimin kuş cenneti sıkça yanıyor
bu yüzden gülü velveleyle açıyor ömrümün
talan ediyor ümidimi uçurum düzeni
Kıvılcımların içine düşüyor orman
yok oluş sanrısı burada başlıyor ya
kül altında renklere bölünüyor tohum,
bu aşk sarmalında yerimi aranıyorum;
hangi yolu yürüsem karşıma çıkıyor
pusular panayırının ölüm çadırı
namlusunu yağlıyor avcılar iştihayla,
biliyorum bilmesine bezirgân hilesini
gözlerimi kapatıp aşkta ısrar ediyorum
24
KIRILMA NOKTASI
Telefonum kesik uzun zamandır
adresime uğramaz oldu postacı,
penceremi mesken tutan kumrular
kuş sesleri olmasa belki de yokum,
kırılma noktasındayım zamanın
ömrüme sokuluyor düş yangınları
Yaşamı derinlerde aradım da
aldandığını görmedim mevsimlerin,
bir kadın gibi kabardı toprak
tohumun rengine büründü gül
yeri biraz değişse de yıldızların
ışıklı kapıları zorladı aklın anahtarı
25
Başımda dönüyor göğün uğultusu
anılar kayboluyor birer birer
öksüz çocuk gibiyim aşkın bahsinde
sevgi delisiyim desem de inanma,
göçtü köprüler yollarda kaldım
çobanı oldum sis dağlarının
Ey anlaşılmadan baş kaldıran
uzaklaşıyorsun gülün dilinden
okşadığını sanırken ham kalabalığı,
ateşlerin kılıfıdır artık insan
ya düzen olmalı saza dil faslında
kirli bir ölü gibi çürümeli ya da
İlk masalcının gözlerindeki kıvılcım
sularını yakıyor yaşlı dünyanın
görünen o işte aklın cinneti,
inmiyor perde bitmiyor oyun
ben tanrıyı çöle saldım,
aşkın ve yine aşkın gelgitinde
yaşıyorum cenneti ve kıyameti
26
DÜŞ MEYHANESİ
Kuş dilini kaldır önümden garson
ıtırlı bir zaman dilimi getir,
üç yanımız deniz nasılsa
imbatı, lodosu topla getir,
ay ışığıyla donat masayı
şişeleri es geç açma
rakıdan boşanalı beri
daha çok sarhoşum
memleketin havasıyla
Ne kaptanlar gördüm bu meyhanede
gözlerimin içine baka baka
avcı masalları anlatan,
ne kara göründü ne battı gemi
yolcular iflah olmadı
sularda çalkalanmaktan,
kimi aslını unuttu, çıldırdı kimi
kimselerin aklına gelmedi
kaptanla birlikte yakmak güverteyi
27
Şimdi dağların kekik mevsimidir
kaldır masalardan çeri çöpü de
su gibi kızların topladığı
biraz yaban gülü getir
türküsüyle beraber sis dağlarının,
belki anımsar müşterilerin
aynalardan bakan gözlerin
kendilerinin olmadığını,
yak bütün ışıkları garson
görsün herkes kendi yüzünü
konuşulanlar anlaşılsın
Aşkla dokunuyor ömür kumaşı
yaşadığımız her kımıltı
bir denize çanak oluyor ya
işte bu pencereden bakınca
kimselerin zamanı yok
bilmecelerle uğraşmaya,
eskinin göçüklerinde
simya çalışanlar anlasın
neden solgun çıktığını
halkın fotoğraflarının
28
Dil tükeniyor garson
kan yitiriyor meyhane
çalıp söyleyenler
anlamazken birbirini
okumuyor diyorlar ya
haksızlık ediyorlar
büyük çoğunluğa,
tut kollarından
denizin ve dağın
şairlerimi getir
hatırı sayılsın hayatın
kendine gelsin bu sofra
29
İLÂH YARATANLARA GAZEL
Aşksız gecelerin de sabahı vardır
ömrü hicran olanın bin ahı vardır
Yaşamak hüner oldu zaman bir zindan
her gün geçtiğimiz kanlı sırattır
Bülbülün cenneti kafesten öte
‘ bir gülüşün kimliği ’ özgür insandır
Uzun sürdü hüzün düşler karardı
destursuz atanın sözü yalandır
Toprağın kokusu tüter teninden
rahmin karanlık yolu çırılçıplaktır
Ölüm durağında kim takar esvabı
üryan gelişin gidişi de üryandır
Salınıp gezinirken cennette Adem
Havva’nın örtüsü incir yaprağıdır
Ey saç telini kutsal kılan bayraktar
apışaranda kokuşan kıllı tarladır
İştihasını bastırabilmek uğruna
kadını örtülere saran adamdır
Şeri at’ın gazabıdır Madımak
Türkiye’nin bağrından sızan kandır
Hak sesiyle siyaset yapanlar ey
kavlinize göre riya mübahtır
İlâhlar yaratmak sizin neyinize
bir tanesiyle aklınız yanmaktadır
30
TEN VE KUM
Kuzguni bir yazın vadilerinden
geçiyorum dilimde türkülerle
teni kumdan ayırmak yeni işim
zaman gömütünde inliyor nakil
söz çalıyorum akıldan hevesle
Masalların çevresinde pervane
besliyor korkuyu kol kola insan
ürpertiler içinde görmüyor aşkı
tanrıları solmuş bir kumaş ömrüm
Zeus’tan Allah’a kadar hep kan
Dallara bez bağlıyor ümitsiz eller
mezarlara yüz sürüp ağlaşıyorlar
bahtı açan anahtarlar icat edip
bin yıllık cesetleri yarıştırıyorlar
mor bataklıkta çırpınıyor kalabalık
kim bu fermanın sahibi söyleyin bayım
31
Al düşüyor elmanın yanağına
bağ şaraba yürüyor bağban şaşkın
dalga önemsiyor koca ummanı
dirimi imliyor her ölüm usulca
kor kıvılcım ümidi gözlerimin
hemcinsim yakacak bütün sunakları
Gidip de gelen var mı ruh diyarına
kurtul artık ökseler batağından
bir avuç kemik ve çürümüş toprak
tohuma rahim olan tarla ya da
dönüşü yok yürüdüğün yolun ahh,
kalbinin attığı kadar varsın ey can
zamanın gömütüdür geriye kalan
Güzün elleri uzanıyor sarı salkım
yaz göğünün engin maviliklerine
ıslığı üşütüyor yıldızlı gecelerin,
pencereme konan kuş hicranı ötüyor
göç telaşı var minicik yüreğinde
gelişi aynı değildir hiçbir gidişin
cehennemi bir zamanı geçiyoruz
kuşlar ılık sulara ben kuyulara
32
ATEŞİN RÜZGÂRI
Atlas kumaşlar gibi üstümden kayıyor gökyüzü
ardımda kalan yılların albümü hiç eskimedi,
sesleri ayırt etmekte üstüne yok ustalığımın
ay sırını yenileyen bir ayna dalgaların beşiğinde
yansıyan ben değilim bakışı karanlık bu yüzde
Sabrımdan damlayan terle ördüm aşk hırkasını
kayaları bağrıma basıp geçitleri imledim
Taş kumla uyumlu olsun istedim ömrümce
avcı olmadığımı anladı başımda dönen kuşlar,
kıskanç ve ölüme yakın duruyorum bu yüzden
ateşin rüzgârıyla gülistanlara yolcuyum
33
Özgürlük türküleriyle büyüdüm derin denizlerin
darağaçlarının gölgesinde yaşamak düştü payıma
avı insan olan sürek avcılarının talan ettiği
puştlar sokağında incecik bir karanfildim
nasıl da kalem kırıyordu yüreksiz hakimler
ölüm hükmünü okurken dal gibi gençlerin,
o zamandan aldığı yarayla yaşıyor şiirim
Tenim için yol bitti uçurumlar kıyısız
vadiler de kurudu ,denizler dipsiz kuyu
kokladıkça soluyor pervazdaki fesleğen
hazırolda bekliyor penceremde güz atları
yıldızlar kadar yalnızım, kime ne söylesem?
Yavrusunu yutan yılanlar düğün dernek içinde
korkusunu resimliyor bir ressam bozuntusu
dönekler pazarında kan damlıyor hüznümden
34
YANLIŞ GAZEL
Bir denize çanak olamadıysan
atsa da olur kalbin atmasa da
Gün dağların ardına devrilir
an da saklı olan herkese aşina
Anılar olduğu yerde kalsın
yeni güller koy düş odalarına
En olmadık yerinden öp hayatını
gökyüzünden geniş bakışlarınla
Kuytularında kendini bulduğun
türkülü dağları taşı koynunda
Sulara bırak yorgun ömrünü
dizeler düşsün çakıl taşlarına
Aşk kesikleriyle sızlasın sözün
insanı tanımlasın dünya durdukça
Korkularla hiç bekleme önünde
kimselerin çalmadığı kapıların
Çölse eğer vurur yangını yüzüne
birbirine dolaşır elin ayağın
Damarları zorlayan kan gibidir
aşk sipariş edilmez anlasana
Mevsimleri hızla geçiyor zaman
sular kararmada akşam olmada
Bir denize çanak olamadıysan
atsa da olur kalbin atmasa da
35
SONDAN BAKINCA
Karlı yollarına düştüm ömrümün güz bitti
kıyısız ırmaklar akıyor alnımın ortasından
ne kadar direnir bu rüzgâra son yaprak?
Sesiyle sarhoşum sonsuz beyazlığın
içimi sızlatıyor bahçıvanın gayreti
Dizgininden boşalıyor bir tay dağlara doğru
kendiliğinden açılıyor karşıma çıkan kapı
bulutların girdabında kayboluyor kuşlar,
beşinci mevsimindeyim yürüdüğüm yolun
şakası yok işin kayıyor işte yıldızlar
toprağa karışıyor tenimin deniz kokusu
36
Zamanın aynasından yansıyana bakıyorum
çürümüş yaprakların arasındaki tırtıl
tül kanatlı kelebek olacak birazdan,
tanrısını taşıyor içinde her kımıltı
acı sularda harlanan mor kıvılcımlar
neler anlatır kim bilir sakin tohuma?
Ben’in biz’e değişimini söylüyor bu türkü
Gülün açmaya korktuğu cehennemlerden geçtim
erken ölümlerle kardeş olanların arasından,
düşlerimi yakan karanlık bir ormandı dünya
bizden öncekilerin bıraktığı hikâyeleri
bıkmadan çoğaltıyordu kalabalıklar,
aşk görmezden gelindikçe kanadı şiirin atlası
yandı yıllarım, sönen yıldızlar altında güz bitti
başı öne düştü ömrümün yorgun bir çocuk gibi
37
TERZİ
Şafağın renginden biç kumaşı
ipliğini sulardan eğir
bulut kullan teğeline
rüzgâr geçsin içinden
astar filan istemem
tela tenimi incitir
Bir dudak motifi işle
al ibrişimle doku yakama
üstüme düşen göz anlasın ki
aşk delisi geçiyor sokaktan
tez kullan makası terzi
hayat bir fincan kahve içimidir
38
“ ... kim çiçek bahçesine
dönüştürür yüreğini
kim paslı çivilerle
çürük tahtalar çakar
kim sarar yad avcının
açmış olduğu yarayı
kim tuz serper üstüne
kaldırıp sargı bezini
kapıları kim açar
kim çoğaltır sürgüleri ...”
A. Budak
FÖTR ŞAPKALI ADAM
ŞAİR VE DİĞERLERİ
Koyunlara masallar anlatırdı Fötr Şapkalı Adam. Yaldızlı yalanları düğümlerdi hayata.Tuz ambarlarında beslerdi sürüyü suya hasret bırakırdı.Kuzey dağlarından inecek hayali kurtlar yaratır, kırardı kalemini dal ömürlerin.
Siyah güller içinden çıkarırdı sözcükleri. Allayıp pullayarak yakasına takardı.Tepkisini çekse de kalabalığın sekiz gider dokuz gelirdi.Denizin çağrısına doğru akan ırmakların düşmanı,aşk diline kekeme mahir bir cambaz,şirketi şeriye’nin baş belasıydı.
Hem demokrat hem de sol bir bahçeyi sularken ömrümüz ısınırdı. Bir de şair vardı; Altaylar’ın yağız yiğidi Karaoğlan’a benzetilen. Koltuğa oturdukça sokakta kavga,tarlada kıtlıktı adı.Fukara niyetine sebildi ümit.Kim bilebilirdi ki şeri at’ın terkisine bineceğini? Şiir yazarken de eksileceğini.
41
Hüzünlü panayırın artığından beslenirdi diğerleri. Jokerliğe soyunurlardı büyük talanda. Su alan geminin miçosuydu her biri. Güvertede yangın başladığında kendileri doluşurdu tahlisiye sandallarına. Yolcular kimin umurunda? Kimin umurunda?
Metal yıldızlar üç kez gürledi kısacık ömrümüzde. Yırtıkların yamanması adına hizaya çekildi koca coğrafya. Uçurumlar boyandı, mağmaya indirildi dipleri. Çağlayanlar akort edildi; tebdil, tağyir ve ilgaya dair. Darağaçlarının gölgesinde yaşamak düştü payımıza. Talan boyut değiştirdi.
Fötr Şapkalı Adam, Şair ve diğerleri arkalarında bırakarak kirli bir tarihi, sahnesinden iniyorlar hayatın. Dile batan kara diken şimdi özgürlük. Gökyüzü gülümsüyor kederinden ve sesleniyor usul:
Suçlu ayağa kalk !
42
ZEHRİN USTALARI
“İnsanlarla savaşı
ne zaman bitireceğiz Amerika?
Al şu atom bombasını da
kıçına sok”
-Ginsberg-
Yüreğim kuşlara yuva savaşa gidiyorum anne
sözcükler dökülüyor ceplerimden yaşama dair
bol geliyor tenime giydirilen üniforma
Kanlı bir düğüne davetliyim aşkı öldürmeye
gülün hükmünü yakıp ışıkları söndürmeye
zorla götürülüyorum dilim paslanıyor anne
Namluların yivinden dönerek fırlayan mermiler
neler anlatır gök bakışlı masum çocuklara?
Tanrınıza yabancıyım, uygarlığınıza da
Cehenneminiz sizin olsun ey çılgın süvariler
erikler çiçek açacak önümüzdeki ay
heyecanla bekliyorum mayıs güllerini
Rahmine düştüğümden beri sınırsızım anne
paylaşım sofralarında benim işim ne?
Nasıl anlatılır başka hayatın bilgisi?
Aşka soluk aldırmıyor zehrin ustaları
kendine dönüyor iyice ‘ Başkaldıran Adam ’
namlu şakağıma yöneliyor anne
43
FİGÂN FASLI
Çile ve çarmıhı baş tacı edenler ey
yaşamın kımıltısını görmezden gelenler
el birliğiyle çoğaltıyorsunuz kamburunuzu
Yıldızlara giden yolda ayak izleri
ırzına da geçiyor güzelliklerin
tüketiyor ömrümü bu çelişki
Yürek serinliğiyle geçene aşk olsun
doğumla ölüm arası bir zaman
adım başı diken bahçelerinden
Kuşlar bombalara terk etti gökyüzünü
direkleri yıkılıyor insanlığın
yaşadığımız an salt faslı figân
Yüzyılın bağrı ateşten bir tarla
kan damlıyor eteğinden dünyanın
inim inim inliyor şimdi Babilonya
Çocuk katillerinin yarattığı tufan
alnının çatına yazıldı uygarlığın
bu hangi hayvan? Bu hangi hayvan?
Şakaklarım karıncalara yuva
fosforunu okşuyorum ateş böceklerinin
yaşıyorum işte, uç veren filizlerin aşkına
44
KAR SIZISI
Şimdilik bir rastlantı
bombalar düşmedi başıma
salgınlardan kurtuldum,
ensemde kara cehennem
dişlerinin sıcaklığı
kanserin, sarılığın, sars’ın,
bir korku filmi yaşadığım çağ
ömrümün ellinci yaşı merhaba
Düşlerimde kar sızısı
alnım ateşler içinde
gören içtiğimi sanacak
dünya yalpalıyor oysa
yanık ceset kokuyor ortalık,
her an çalabilir kapınızı
zamansız ecel tanrıları
diğer namıyla uygarlık !
45
Payıma düşen güneşe
göz dikenler karşısında
konuşmak yasaktı ya
susmak ölümcül ayıp,
iyice büründüm gömleğine
gül açan insan sıcaklığının
bir yudum sevgi uğruna
el edip çağırdım sizi
bekledim aşkın kıyısında
Yaşanacak ne kaldı ki
demeler sizin suçunuz
yürekleri paylaşmayı
tenden ibaret sayanlar
hangi toprağı suluyorsunuz?
Size dokunmayacak mı
dünyayı saran yılan?
Kuyruğunu çevirip
incecik ensesine
gururunu onarıyor
adı hayvan olan akrep
ateş çemberlerinde
siz susuyorsunuz
46
Yerimi sorguluyorum
yalnızlık deltasında;
aşığın yokluğundan
aşkı yok varsayanlar
sınıfta kalıyorlar,
öylesine çoklar ki
hayatın sofrasında
ne Bağdat’tan dönüyor
masa başlarından ne de,
yanlışın sağlaması
doğru oluyor nedense?
Küresel efendilerin
bir türlü doymuyor karnı,
hep onlara yok bana
Ömrümün ellinci yaşı merhaba !
47
IŞIK MERDİVENLERİ
Sizi dinlerken aklım terliyor bayım
katran karası bulaşıyor beyaz düşlerime
İlk dönüden bugüne kayıp giden zamanı
örümceğin ağlarında aranıyorsunuz
kımıltısını göz ardı ediyorsunuz hayatın
Sularından gül fışkıran bir havuzun başında
kalbini dinliyorum denizi emziren dağın
mermer yontulardan savruluyor ses taneleri
iri gözlü kadınlar dirimle oynaşıyor
köpüklerin ucunda açıyor şiir çiçekleri
Birbirine benziyor başımda uçuşan kuşlar
bakışlarıma çarpan yüzlerin telaşı da
düşleri zehirleyen korkunç yanılgı bu;
yenisi doğuyor yerine kayan yıldızların
kanat ve çocuk kendisini büyüyor
Belikleri kınalı bir kız çocuğu ağlıyor
kumların girdabına düşüyor iç çekişleri,
uçkuruna sevdalı desem, aşka ihanet olur
diz çöküp baladlar okuyor ilkel bedevi
kim bu fermanın sahibi söylesene sayın bayım?
Kısacık ömrüm söz diziyor sonsuzun yollarına
saçlarını okşuyor yontulardaki kadınların
yeni bir dünyanın tohumu çatlıyor usul,
duyuyor musun ey yüreğinde fırtınalar kopan?
Işık merdivenlerini çıkıyoruz aklın
48
SATRANÇ
Altmış dört karenin sekiz cephesi benimdir
yılan yüzlü birileri piyon demiş adıma
kolayca harcanacak bir nesne yani
düş odaları sığ olanların ellerinde
mermi sesinden ürken asker gibi
kendimi aranırım bulunduğum siperde,
ardım sıra dizili omuzu kalabalıklara
hiç bıkmadan anlatırım bu gerçeği ;
benimle başlar savaş biter benimle
Düşünce tarlasında iki karedir yerim
kalın duvarlarımın olduğu söylenirse de
burçlarımı tutanların acemiliği yıkar beni
açılır bütün kapılar içten fethedilirim
işte bu an başlangıcıdır sarsıntının
ya uyanıksa biliyorsa becerilerimi
tek kaleyle de savunabilir ülkesini
göğüs kafesinde ırmaklar akan biri
Siyahtan beyaza ya da tersi ’L’ ler çizerek
eşimi aranırım birlikte koşmak için,
gök ülkeden geliyorsa şahin gözlü binicim
kırılır kilitleri şaha giden yolların
Küçücük bir çakıl taşı dağlaşıverir önümde
kesilir dermanı rüzgârla yarışan yüreğimin
kuralları hiçe sayan binicim acemiyse
başlamadan biter savaş, tökezler ayaklarım
49
Çapraz kulvarlarda gidip gelmektir işim
eşimle çıkarım yollara aynı at gibi
fil denince uzun hortumlu iri cüsseli
bir de Kartaca Komutanı Hannibal’in
yakarken Roma’yı gücünden yararlandığı
kalın derili acayip bir hayvan gelir akla
oysa avuç içine sığan bir çift oyun taşıyım
okyanuslarında dolaşırım düşüncenin
Tanrı’yı cebinde taşıyan bir vezirin ülkesi
gül bahçesi gibidir aşklar meşkler içinde
geçip giderken ömür kimseler kahır çekmez
insanlığını unutup da tanrı sanırsa kendini
bir koyup beş almayı düşünür evvel aklıyla
eksildikçe çıldırır bir kumarbaz gibi
ol saltanatın yeller eser yerinde
Taç kimin başındaysa şah odur, deli ya da veli
atadan kalma nişanesidir hükümranlığın,
titrek bacaklı bir çocuksa bürünür kaftanına
tersine akacağını da sanır ırmakların
bir sabah ay’ın güneşi öptüğü saatlerde
dağları yüreklerinde taşıyan birileri
sökünce menteşelerini saltanat kapısının
kenevirden yapıldığını anımsar urganın
50
Uyanıkken rüya görmeye başladı mı insan
hayatın tartısına vurmalı kendini,
avuçlarına doldurup toprağı koklamalı
kor ateşlere yaslamalı başını ki
ömrüyle içinde mi hayatın anlasın,
yoksa suların üstünde yürüdüğüne
ay’ı ortasından ikiye böldüğüne
ölüleri dirilttiğine inanır
uğruna kurban olduğu şahın
Aynı güneşle ısınıyoruz zamanın karelerinde
genizlerimizi yakıyor gözyaşının tuzu
kırmızı akıyor damarlarımızda kan,
karanlığı tel tel bölen şimşeğin
gök gürültüsünün içimize saldığı korku
doğduğumuz mağaraları gösteriyor bize,
bir insandan kral yapmak; kah kah kah
birlikte oynadığımız bir oyundur yaşamak
51
EKO ÇÖKÜNTÜ
Koçero’sunu özlüyorum ıssız dağların
kuzuyu alırdı kurdun ağzından
sarardı kanadını yaralı kuşun ,
kefeleri dengelerken kendince
babadan oğula geçen bir saltanat
olmadığını sezerdi hayatın
ve bir isyan bayrağı gibi
dikilirdi karşısına puştun
Bütün değerleri yok varsayan
yılan dilli ihanetlerinde
hayatın hainleri hep birlikte
tanımlıyorlar fukaralığı,
karnında hazineler beslerken
çöle dönüştürülen toprak
açlıktan sütü kesilen anne
diplomalı işsizler ordusu
bu sarmalın neresinde ?
52
Yirmi üç cent’ten satışa sunulmuştu
yarım yüzyıl önce delikanlı dedem
küresel dünyanın köşesiz sahiplerine
o parayı hoyratça harcayan babam
Yeni Dünya’da olduğunu sanmıştı bir an,
süt tozuyla beslenmek düştü benim payıma
beyzadelerin narin ellerinde
dibe vurdu soluğu azgelişmişliğin
yakın diplomalarınızı yakın yakın
Koçero’sunu özlüyorum ıssız dağların
53
MAVNA
Saçlarını tarayarak yüzlerce yılın
külhan aşkları besleyerek koynunda
tanrıya akran zamandan geliyor
Ne suyun farkında ay ışığının ne de
akıyor dalgaların içli sesiyle
yorgun mu desek tükenmiş mi yoksa
Döndüğü kıvrımların ucu uçurum
girdaplarda boğuldu boğulacak
yolcuları bitkin rota sormaktan
İş bilmez dümenciler elinden aman
iniltiler içinde korsan kayalarında
tufanlara kafa tutan hüzünlü mavna
Kalbine iniyor kanlı baltalar
sırtlan yuvaları şölen sofrası
küflü rüzgârlar esiyor konaklardan
54
İlmeği senin motifi benimdi
elbirliğiyle dokunan kilim bizimdi
satıyorlar şimdi aymaz kaptanlar
Sinmişliğin altında uyuyan dev
yekinmeleri görüyor düşlerinde
“Darağacında Üç Fidan”ın haykırışını
Sırmalarını bir kir gibi fırlatan
daha da gerilerde Mustafa Kemal’i
çağırıyor kurtuluşun savaşına
Depremler yaratacak silkinişiyle
uyanır koca dev yüzer bu mavna
tüneklerinde boğulur alıcı kuşlar
Koltuk sevdaları kor ateş olur
firar plânlarıyla yatıp kalkarlar
korsandan dönme kirli kaptanlar
55
ALFABE
Açarken kavrulacağını bilse de
silahların gölgesinde gül suluyor
benim hile dediğime
o aşkla inanıyor
başka türlü yazmıyor ki
ona ait alfabe
İştihamızı kabartıyor
kenarından geçip giderken
biçimine bayıldığımız bir bahçe,
zehirler salgılıyor özünden
iğneli fıçı içine girdikçe,
yanlış tellerde gezinse de mızrap
kurt izini örtüyor it izi
sınıfta kalmıyor hiç kimse !
56
“ Aşkla gezinenin adresi mi olur
ufkum uçsuz bucaksız şiir ülkesidir
yorulur peşimde kül ve zincir
sessizliğin sesinde sesim bulunur
Aşkla gezenin adresi mi olur
patikalara sorun ötesini / söyleyemem
boynumu uzattığım uçurumun birine
yerinize ölüp ölüp dirildiğim doğrudur ”
A. Günbaş
KYBELE
Haziran’da açan nar çiçeğim mi
düşlerimi yakan fesleğen misin?
Dağlara sorunca aşkın adını
anladım esen yangınlı yelsin
Sesine bir ten giydirip
dudak dudağa söyleşmek
gözlerine dalıp geceyi içmek
içli türküleri dinlemek gibi
Ummana akan bir nehir mi
gül dalına bahçe misin?
Çağlayanımda anadan üryan
aşk koynuma girer misin?
Fırtına gidip rüzgâr geldim
göğüslerinin arasından,
mor zambaklar vadisinde
kirişi kırık yay gibiydim
Dilim ateşten bir taydı
hazla gerilirken gövden,
al fiyonktu gülüşün
kadife dudaklarında
Adem oğlu Adam’ım ben
tanrıya başkaldırdım geldim
göğüslerinin arasından
bir gülaltı verir misin?
59
SENİ DİNLERKEN
Yanaklarının gümüş çukurunda ışıklar oynaşıyor
bir demet karanfil oluyor dünya ortasında ben
tutuversem bozulacak büyü savrulan eteklerinden
Cümbüşlü meyhanedir gönlüm makber isteyenlerin olsun
bana sıcaklığını ver göğsünden havalanan yaz kuşlarının
dağ denizle yoğruluyor gökyüzü düşüyor içime seni dinlerken
Ardımda kalan yol eskidikçe sabırla yenilendim
derin sulara düşürdüm yüreğimi dönekler pazarında
aykırı bir sesim Allah’a bile eyvallah etmeyen
Kanlı gömleğini çitilemekten usandım yaşadığım yüzyılın
aşk faslında acemi taylar yarışıyor yangınlı bulutlarla
türkülerle geçiyorum ömrümün güz bahçelerinden
Tuzu kaldı tenimde tırmandıkça düştüğüm kayaların
buza dönüşen eşya, ıssızlaşan odalar,mor yalnızlık
kırığını onarıyor kristal bir vazo kokladığım gülünden
Bana düşlerini ver, lacivert gözlerinin şen türkülerini
şiir ırmağımın son dizesine düşür yaz gecelerini
kırmız karanfiller dönüyor başımda seni dinlerken
60
YAZ ÖNÜ
İki kaşın arasından hırçın ırmaklar akar
taklacı kuşlar uçuşur menevişli gözlerde
yanakları gül, gülü bahar yağmurları kokar
beni yoran yollarda o nazlı ceylan
seker kayalarından başı sisli İda’nın
yüreğimde bir meşale koşarım peşi sıra
yaz önünde rastladığım bir dağlı kızın
Işıktan yelpazeler okşar tenimi
türkülerle uğuldar aşağılarda bir deniz
bu tabloya kan yakışmaz ya aklıma düşer
Akhillius’un Hektor’u hiç uğruna biçişi
Troya’da at oynatan savaşcı süvariler,
ille de Helene’nin ağıdı yüreğimi deler
koynunda sabahlarım köpüren rüzgârların
Son etabını koştuğum ömrümün yarışında
düşlerimi yakıyor Kybele’nin ak kalçası,
tapınakları biraz daha tükeniyor yeryüzünün
toprakla sevişen Bakkhos’a çeviriyorum yüzümü;
incecik topuklarıyla yeri döven kadınların
göğüslerinden akan şaraba çağırıyor beni ,
dalları basan bahar çiçekleri allanıyor
her kımıltıdan bir aşk izi kalıyor geriye
dağ sularıyla yıkanıyorum, dağlı bir kızın gözlerinde
61
YOLCU
“Ehl-i dildir diyemem
sinesi saf olmayana”
-Nef’i-
İncecik parmaklarınla
vur tamburun tellerine,
ışıklara bürünüp
yüreğe yağar bu ses,
ay göğe sığmaz olur
sen benim yüreğime
İnan yarim, inan dost
bu el böyle yanmadı
başkasının elinde
Aşk sarrafı olduğumu
sanırdım ya yanılmışım,
seni görünce anladım
pervanelere dönüşen
Mecnun’u, Ferhad’ı, Kays’ı,
tırmandıkça düştüğüm
başı dumanlı bu dağı
İnan yarim, inan dost
uçurum kokuyor hava
gözlerine baktıkça
62
Ömrümün güz bahçesinde
bütün kuşlar uyandı,
şakıyan gülü görünce
kalem şiire yekindi
yüreğim sevmelere,
teninden yükselen buğu
yaz eyledi ansızın
geçkin yaz kumsalımı
İnan yarim, inan dost
yolcusuyum yolunun
bu mevsim hiç bitmese
63
HOŞCAKAL SOKAĞI
Mevsim kıştır kar rüzgârları eser kuytularda
sıcak odaların türküsünü mırıldanır
ayaklarıma dolanan beyaz bir kedi
Sis içinde aranırız birbirimizi
yüzümüzde sıkıntının kara gülleri
hüzündür omuzlarız günü kör şafaklarda
Yavrusuna şahin körpe bir anne
içine almak ister gibi aşk yumağını
bastırdıkça bastırır iki göğsünün arasına
Çamurları savurarak gelir gider otobüsler
her durakta birbirimizden habersiz
balık istifleri gibi yığılırız koltuklara
Biraz berrak hava biraz güneş bırakırım
derinimdeki dağlardan biraz da mavi
alır kuşanırsın diye hoşçakal sokağına
Ateşi terleyen bir tutam zamandır gün
sulara yetişmek telaşıyla akar yorulmadan
kendi rengiyle girer her yüz bu panoya
Kir yağar üstümüze köhne kürsülerden
birlikte açarız kuyuları boğulmak için
el ele verip hüznün çapını ölçeriz sonra
Sabah akşam gelip geçerken sokağınızdan
perdeleri çekili de olsa pencerenizin
ben yine gülümserim balkondaki sarmaşığa
64
HER KADIN BİRAZ ANNEM
BİRAZ SEVGİLİM
Kahveler kitabını yazacaktım
ki cezveden taşan köpüğün
acısı bulaştı dilime
ince sesiyle geleceğimi okudu
porselen bakışlı müneccim
bu yüzden kahveleri sevmedim
Her kadın biraz annem biraz sevgilim
Sokaklara aşıktım
temiz çarşaflardan önce
ciğerlerimde ayaz kokusu
yıldızlarını sayardım göğün
şafağı giyinirdim her gece
yolum aşk bahçesine düştü
içimdeki çölü terk ettim
Her kadın biraz annem biraz sevgilim
Yanakları süt içinde
gözleri yıldız gölü
memedeki yavruyu görünce
ömrümü ısıttı hayatın tadı
bahçelere açılan odaları sevdim
oradaydı güzelliğin anahtarı
Her kadın biraz annem biraz sevgilim
65
AY EVİ
Kahkahalar arasından sıyrılıp
gecesi simli bir Haziran’ı
kuşandım tenime, sulara daldım.
Dalgalar ürperdi yangınımdan
yengeçler selama durdu telâşıma
şaha kalktı önümde bir deniz atı,
ötelerdi maksadım balık bahane
Yükleri inci, mercan ve kelâm olan
derinlerin yolcusu kervanlar gördüm;
tınısına takılıp tanımsız bir müziğin
helezoni kuyulardan indim aşağı ;
önümdeki mabedin şiirdi tanrıçası
öpücükler kadar yapyakındı sonsuza
gerçek olan aşktı tanrı bahane
Hayatın avlusunda gezinen günışığı
yumuşacık sıvazlıyordu sırtını gölgelerin,
kime anlattıysam ‘masal’ dedi bu gerçeğe
unutup sere serpe yaşamını girdi mağarasına
ikrara yanaşmadı karıncayla fil kardeşliğini,
ısırganlar arasından geçip gidiyordum ki
ayevinde kaldı aklım mabetler birer bahane
66
ÇARGÂH
Bu yağmurda yola çıkılmaz
kasırgalar iniyor dağlardan
eğil de bir göz düşürüver
az ötesi her yer acemaşiran
Rengini gözlerinden almış
bir akşam çöküyor üstelik
koyu mahzun boynu bükük
sis içinde kayboluyor çargâh
Bir yerlere yetişmek de ne
önümüz sıra giderken aşk
başladığımız yerdeyiz anla
şiirime anahtar oluyor
saçlarından esen zaman
67
İnce bir çitle kuşattım hem
gözlerinden dökülen ışığı
eşyalar seninle tertemiz
seninle konuşkan ömrüm
odalar seninle sevinçli
ıtır sızıyor saksılardan
Yalnız bir ıslıktır esen
mor büklümlü perdelerde
dokunsam ağlayacak
kokusunu arayan gül
güz bahçemin dallarında
bütün yapraklar hazan
Bu yağmurda yola çıkılmaz
ferahfeza bir gök açılır
öfke kuşları uçar birazdan
türkülerimize dönüşür
suların akışındaki naz
68
NEHİR
Terli göğsünde gümüşi yazın
uzun bacaklı bir nehir akıyor
anıları istifleyip düş odalarına
sekerek geçiyor sarp yamaçlardan
sıcak merhabalarla düşüyor sofrasına
aşkla yoğrulan ak köpüklü Akdeniz’in
Köpüren ıslığında zamanın sesi
kavgaların tanığı nice öldürümlerin
not düşüyor paslı aynasına kalabalığın;
gökyüzünün şen türküleri sizin değil mi?
Set mi dinler çılgın su ummanın kokusuna doğru?
Görenler çoğalacak elbet tanrıya akran Spartaküs’ü
Uçurumların hüzünlü yalnızlığını
serinliğini akıyor boynu bükük dağların
ardıç bir avlunun dost sesine çeviriyor yatağını
basma entarisinin eteklerinden kuşlar havalanan
zeytin gözlü bir kıza dönüşüyor yalpalayan dünya
bütün hızıyla damarlarına yayılıyor tatlı bir zehir
bu türkü bitmeli şimdi uzun koşusundan yoruldu nehir
69
TAMBUR VE ŞARAP
Güneş sarısı kehribar tütünden
sabahın ilk sigarasını sardım
kanat şakırtılarına döndüm yüzümü
Tanrı’sı insan olan bir ayinde
akacağı ummanı buluyordu su
hangi pencereye konacağını kumru
Yaz bitti. Güz yokuşunu çıkıyoruz el ele
zemherinin dar geçitleri inceden şehlâ
gökavluya yıldız ekmek kolay iş değil
sevgilim bir kahve yap da gir bu şiire
Tambur demiştim akşamların şarabisinde
şakıyan kuşlara özenmiştim. Ne delilikmiş
Tanrı sanıp da kendimi şiirler söylemiştim
Islığıyla üşüyorum şimdi yalnız gecelerin
İncirin çekirdeğinden aşka açılıyor kapılar gülüm
gel diyor ormanıma gel boşver tanrıyı tapınağı
dinlere döndüm yüzümü bir vahşet ki aman aman
düşe kalka kaçtım boz bulanık o uçurumlardan
güz köyünün ötesinde bekleyedursun kirli ölüm
70
AŞK BU OLMALI
Zaman tırısa kalkıyordu güz atlarıyla
yelkeni yırtık eski bir teknenin
köpüren rüzgârlarını doldurup gömleğime
kayaların arasından süzülerek geçtim
kıyısız denizleri bölüştüm seninle
Dalgaların ucunda seken ay ışığının
izini sürerdik patlayan havalarda
ürkek martıların tüneğiydi gözlerin,
ışıklar dökülürdü göğüslerinin arasından
kızıl ve beyaz çiçekler yanaklarından
71
Sular durgunlaşır mı öpüp okşadıkça
yıldızları tükenir mi şen gecelerin,
kara görünür de sözcükler kirlenir mi?
Bırak çaksın içimizde alevden şimşekler
herkesin olan kıyı bizim olmasın
Son etabını koştuğum bu kısacık yarışın
ne de güzel yağıyor güz yağmurları,
ıslak saçlarına aşağıdan baktıkça
tuza kesiyor tenim, başım dönüyor
bir çağlayana yetişme telaşında
ömrümün incecik kuş ayakları
Geldiğim derinliğe dönüyorum şimdi
peşleri sıra kuduran dalgaların
direnmeler anlamsız çekiyor işte girdaplar
bedenime biçim beğeniyor küheylan deniz,
bir fesleğenin silkiniyor yaprakları
sona doğru, sondan içre aşk bu olmalı
72
GÜZ KAPISI
Güz ırmağının kıyılarını öpen dudak
ay ışığıyla sevişmeyi öğreniyor,
bir denizin kokusu, dağın doruğu ya da
haydi diyor şiirin ateşten salıncağı
aşk gülümsüyor içimde bulutları tartarak
Son sofrası olabilir her mavi gecenin
sabahı emziren güneş doğmayabilir,
kırılır kanadı kuşun, kurur gül sesi
yivleri aşınan bir namludan döner içine
hesabı kesilmiş masaların müşterisi
Uzak yıldızlara bağlayıp gözlerimi
sonsuzun türküsünü dinliyorum,
ağaçlar da konuşuyor ormana dair
gölgesiz mekânların gizi başkaldırıyor
suların girdabına çeviriyorum yorgun yüzümü
Her yolcu kendini yürüyor ömrünce
çağlayana doğru akıyor kımıltılar,
karıncanın ölümü eşittir evrenin uğultusu
ah, çocuk cesetleri çarpıyor kumsallara
kirleniyor dünya ,beraberinde aşk da
Güz ırmağının kıyılarını öpen dudak
Aşkı şakıyan kuşları gösteriyor
göğsü gül bahçesi bir genç kıza,
ince esiyor rüzgâr yakın servilerden
ömrü gurbet olanı bekliyor meçhul bir sıla
73
GÜZ DURAĞI
“Fani ömür biter bir uzun sonbahar olur
Yaprak, çiçek ve kuş dağılır tarumar olur”
-Y.K.Beyatlı-
Anıları istifleyip düş odalarına
menzili hiç’lik olan yolları yürüyorum
yüzümün ırmaklarında günler sarı akıyor
dilime dolanan türkülerin nağmesi soğuk,
iniyor perde, bitiyor oyun,uğurlanıyorum
İki yanı bileyli bıçaktı seviştiğim zaman
yıldızların kaynaştığı gözlerim nerede?
Ateşin üstüne abanıyor ıslak esintiler
yüreğim üşüyor, sarsılıyor tenim
hepimizin bilip de kabullenemediği
bir kuyunun başında bekliyor ölüm
74
Doğurdukça güzelleşiyor toprak
acı suları saklıyor derinlerinde,
hiç görmediğim motiflerle açıyor gül
okumayı yeni söken öğrenciler gibiyim
titriyor elim ayağım heyecan içinde
paydos çanı çalıyor dağılıyor kervan
payıma düşen ne bu uzun yolculuktan?
Düşlerimden fışkıran çiçekler de küstü
bulutlarla oynaşıyor ipsiz bir uçurtma
aynalardan düştü suretim her yan uçurum,
‘ mehtaba dalıp yar ile sohbet ’ te gördüm
yıldızlı semaların aşk kımıltılarını,
kayalardan fışkıran filizler de terziymiş
biçimine öz beğenen usta makastar,
avuçlarımda mor salkımları uzun koşunun
75
GÜZDEN DE ÖTE
Ay yüzlü kadınların
teni gibi kokuyor
avuçlarımdaki toprak,
fark etmeden çiğnesem de
yuvasını karıncanın
bir gidip bin geliyor
türküler içinde kervan
Ömrümün biriktiği
mor bulutlu vadide
aşk saati soruyor
ilk halini hayatın,
ışıklarla yıkanıyor
mahzun gülümsemeler
Kendini silen evlerin
yorgun misafiriyim
uzun ırmaklarla akıyor
gülün son telaşı güz,
bir menzilden ötekine
savruldu bütün yollar
şimdi bu durağa geldim
76
Adı değişmeli artık
sıfır noktasına giden
sessiz trenlerin,
aramızda yer bulur
anlam gül açar nasılsa
derinlere ağarken
boşluktaki gölgeler
Anılarla ısınıyor
soğuk düş odaları
hangi ele uzansam buz,
kendini de siliyor ‘ben’
nasıl çağırıyor bilseniz
dönüş yolunda bir fettan
İskandiller boşuna
karaya oturdu gemi
yolun sonuna geldim,
ay yüzlü kadınların
teni gibi kokuyor
avuçlarımdaki toprak,
zamanı geldi in diyor
bu muammalı durak
77
BEŞ MİLYARDA BİR’İN AŞKI
Gül yağmurlarının ıslattığı
bahçelerden geçiyorum yaza
badem ağaçları genleşiyor
aşklar doğuyor istemesem de
iki dudak arası bir dünya
Sınırını kendi çiziyor sonsuz
gezginlerin yanlış güzergâhında
güz sızıyor pencerelerimizden
alevin içinde ömrüm ömrüm
yılana yatak olan bir dünya
78
Aynaların korkak cüceleri
kibir giysileri biçiyorlar
tenlerimize bize sormadan
yol yordam kendilerince
hayat ve haz kendilerince
heyecansız dönüyor bir dünya
Saçlarını okşarken çocukların
yanaşırken yanan vücutlara
şaha kalkıyor içimin tayları
güzelliğin masumiyetiyle
aşkın alfabesi benim umurumda
beş milyarda bir’in hepsi bir dünya
Dalgaların arasından süzülüyor
ışıklara bürünmüş bir ney sesi
hüznün girdabına düşüyor başım
güle kan damlıyor yağmurlarla
iniltiler içinde ömrüm ömrüm
önüm sıra barut kokulu bir dünya
79
SULARIN ÇAĞRISI
Akdeniz’in rüzgârıyla harmanlanmış
bir tutam kehribar tütünden
kalın zıvanalı bir sigara sardım
Gökyüzüne çevirdim bakışlarımı
beyaz kalçalı kadın gibiydi ay
ışık çiçekleri arasında kaldım
Nasıl da çağırıyordu sirenler
suların kapısını aralayarak
cehennemi Temmuz’un ortasında
Dağ yılanları sıyrıldı gömleğinden
Zeus’un Altarı titredi bedenimle
bütün zamanları avuçladım
Düşlerimin bukağısıydı son tanrı
gömdüm onu hiçliğin gömütüne
öne çıktı kımıltılar kitabı
Kökü derin sularla öpüşen
her düşünce kendini büyüdü
ağaçların meyveye durması gibi
Bazalt kayalara benziyordu hüzün
elli yılın ardından ayak uçlarıma
aşkları yalan bir ömür döküldü
80
GEÇKİN YAŞ KUMSALI
‘Ay büyürken uyuyamam’
açar yalnızlığın gülleri
içimde bir dağ ağlar,
sularına karışırım
kan akan ırmakların
Kayan yıldızlar gibi
savrulur yorgun ömrüm
düşer hüznün kucağına,
her şafakta bekler beni
göğüsleri ak bir kadın
Bir türküyü mırıldanır
kumsalı öpen dalgalar,
anıların aynasından
huzursuz kuşlar uçar
aşk dilini kullanamam
81
Hayatı anlatıyor
fırtınalı sesiyle ,
gözlerimi içiyor
yüzünün ırmakları
sesinde ay büyüyor
Ufalanan dağ gibiyim
ölümün en yaşlı hali
toprağa benziyor yüzüm,
tırmanmak anlamsız bugün
o uçurumdan düşmüştüm
82
AYRILIK KAVŞAĞI
Hava dona dönüyor
kar kokuyor ortalık
bu türkü bitebilir
kuşsuz kalır gökyüzü
iskandiller boşuna
demiştim bir şiirimde
aşk hesaptan anlamaz ki
Saçları ak pak oldu
küheylan yıllarımın
kayalardan sekerek
dağlara akan sular
ipince bir dönemeçte
taşları dağ sandılar,
ele geçirdi ömrümü
ıssızlıklar mevsimi
83
Ben “a” diyorum ısrarla
“z” de karar kılıyor
ömrüme aşk sandığım,
kuşlar benim avluma
güller benim bahçeme
gürül gürül akıyor ellerimden tutup da
yolumu gösterenin
çöl kokuyor soluğu
Birlikte çektirdiğimiz
fotoğraflar bizim değil
aynı düşü gördüğümüz
aşk yorgunu gecelerin
türkülü sevdalıları
bizler değiliz artık
ince bir hesapmış hayat
öğrenemedim gitti
84
ANLAMAZLAR ELİNDE ÖMRÜM
Çocuk ömrüm iki oda bir salondu
ıssızlığında kaybolurdum evimin,
umacılar beklerdi kapılarda
varsılların temizliğine giderdi annem
kuş beslerdim ben koynumda
kasnaklı uçurtmalar yapardım,
tini mini hanımı çalardı babam
içtikçe kırılırdı cümbüşün telleri
Beynimin içindeki trenler
yolcusuz kalkıyor garlardan
güneşin battığı yöne doğru
düşlerimi dumanıyla savurup
hüzün topluyor ıssız ovalardan,
yakıyor genzimi gurbet kokusu
anlamazlar elinde ömrüm ömrüm
dağ başları kadar yalnız
derin sular gibi uğultulu
85
Aklımı bulutlara salardı ya
şimdi yanıyor aşkın merdiveni
suları kanıyor yüzdüğüm denizin
unutuşun girdabına kum yağıyor
yorgun gözlerimde hep o tansık;
sıyırıp şalından ince bedenini
abanıyor üstüne aşkın ve şiirin
içine düştüğüm çöl iflah etmiyor beni
İki oda bir salondan çıkmıştım yola
dünyanın sokaklarına sığmıyorum artık,
özsuyun türküsüymüş hüznün panzehiri
rengi ve kokusu kıvamıymış gül olmanın,
anlamı rafa kaldırıp kendini arayanın
sarsılıyor saltanatı hayatın yollarında
Uçurumların köprüsüydü ömür trenim
ay ışığını damıttım da ellerimle ördüm
yıkılan duvarlarını ham kalabalığın,
bu yüzden yorgunum biraz da bungun
hüznümü çitiledikçe ak elleriyle annem
köpükten atlara biniyor umudum
ben o çamaşırcı kadının oğluyum hâlâ
86
SARISABIR BAHÇESİ
Dikenlere bulaşmadan, kanatmadan ellerimi
börtü böceğine dost olup ıssız suların
eğilip de geçerim sandım iğreti çitlerden,
dişi bir puma’nın gözlerini hesap edemedim
yol kimindi, yolcu kim unuttum birden
Beni hüzne saldın ya sevdim sandığım
ömrümü mahcup ettin ya şiir sofralarında
bir çağlayan kuruyor görmüyor musun?
Gül kanamasını nasıl anlatabilirim şimdi?
Hüsranla zehirlenen kuşlarımı nasıl?
87
Hiç mi genzine dolmadı deniz kokusu,
koynumda sabahladığın uzun geceler
derinden gelen sese kulak ver derdim,
duyduğunu sanırdım ay şakımasını
türkülerle akan uzun ve kıyısız bir ırmağı
Bu yol ikimize dar geliyor anlaşıldı,
gergin bir yay gibi etrafımda döndükçe
boğuluyorum sarısabır bahçelerinde,
aşka dair ne varsa güze dökülüyor
öğrenmeden geçiyorum ince hesap işlerini
Kusursa bunun adı bağışla beni ey hayat
hırkamı biçen sensin aşklara salan da sen
bir puma’nın gözlerine vurulmuştum bir zaman
boynumdaki kravat desenli kement onun eseri,
gitmelerin rüzgârı tufana dönüştü artık
aç kapılarını, aç kapılarını azat et beni
88
“ Gün olur ki ne gökyüzü para eder,
Ne deniz kenarı ne bağlar bahçeler.
Gün olur ki ne kız ne rakı ne şiir,
Hiç bir şey insanı sarmaz, kandıramaz ;
Her çeşmeden boş döner elindeki tas.
Gün olur ki çıldırmak işten değildir. ”
C.S. Tarancı
ÇAKILTAŞININ
SÖYLEDİĞİ
-A.Uysal’a-
Gümüşi hüzmelerle
güz yolunu kesen
ay ışığını gördüm,
dilindeki söze eğildim
ey Şiiradam
Bir çakıltaşı söyledi
‘Güzaltı’ nın gizini,
yollara bölündükçe
şarabi akşamlarda
dil uç verirmiş
filizi baharlara
Şiirin alevden
rüzgâr yeleli tayı
eşiğinde fırtına,
ünlesen sözcüklerin
yakut kapısından
kekik kokuyor dağ
aşkla titriyor dünya
91
MİSAFİR
-H.Yurttaş’a-
Uçmalara kanat çırpan
kuşların yavrusu gibi
aşkın çırağıydım henüz
Yalancı bahara aldanıp
çiçek açtı erik ağacım
yandı buzun bağrında
Anlamını çözmüştüm ki
tutuklandı kentlerim
aykırı türküyüm biraz
Derinde akan ırmağa
hem uzağım hem yakın
bir karlı dağ içimde
Sular yıkayabilir mi
kaçışlara yeltenenin
ellerinin kanını?
Hayatın hüznü ve gurbeti
dünya gözlerimin içinde
kim söndürür bu yangını?
Mekânlara misafirim
bir ses aranıyorum
‘ Bülent gitme burada kal ’
Kurşun yarasından ağır
delip geçiyor zaman
ustam,söyle nedir bu hal?
92
YEL DEĞİRMENLERİ
- A.Günbaş’a -
Çocuk gülüşlerini iliştirip dudaklarıma
gül topluyorum yangınlı sokaklardan,
geçip gidiyorum ya kımıltıların içinden
göçkün bir ömre katıyorum ömrümü
dağ sularını sıla bilip denizlere akıyorum
şiirin memelerinde büyüyor zaman
Amforaların aynalarından gülümseyen yüz
hazlar taşıyor karşı duruşlardan
kahrın hükümran olduğu coğrafyalara,
güneşe doğru esiyor Mysialı bir rüzgâr
düş odalarının imbiğinden geçiyor insan
çeliğin menevişli pırıltısına bürünüyorum
93
Asık yüzlüler panayırının tanrı çadırlarında
içe dönük bir alem yaşanıyor korku içinde,
bir yanım çürümüşlük, inkâr diğer yanım
siyah bir gül dikiyorum bu sarmalın ortasına,
hüzünle yemlenen atların terkisinde
şimşek gibi geçiyorum kuyuların arasından
Kılıcını bileyen bir yüzyılın ortasında
kalemin kadim diliyle çoğalan aşk erleri
gül sesini arayan Donkişotlar’ız ya da
acılar kulvarına savrulmamız bu yüzden,
ay yüzlü çocukların kokusuyla besleniyor hayat
insan kanıyla dönüyor yel değirmenleri
şiirimiz baş kaldırıyor işte bu yüzden
94
AŞKA İBADET
-Hatice Ş’ye-
Bir gülü,bir seni,bir de denizi
örtündüm üstüme yaz geceleri,
gül bütün rengini ömrüme kattı
sabahlara kadar çırpındı deniz
taradım saçlarını ay ışığıyla
aşka ibadetti mevsimin adı
Gözlerinde gördüm söz cümbüşünü
çiçekler açtı şiiristanımda,
ağzımı dayayıp pınarlarına
teninden dökülen sulardan içtim
çözdüm anlamını bilmecelerin
hem üşüdüm hem yandım ak gerdanında
95
Bu hangi şiir ki söylerken güneş doğuyor
sıcak ırmakların gelgiti başlıyor sonra,
çırpınıyor göğsünün güvercinleri
ay kuytuları öpüyor ben seni
başımın içinde dönüyor dünya
Pervazlarda büyüttüğüm karanfillerden
belikler örüyorum saçlarının rüzgarına,
canımın mağmasını harmanlıyor gözlerin
dağlar kalkınıyor içimde gülistan oluyor,
bir’e eşittir ömrüm benim anlıyor musun?
Dar sofalardan savruluyorum sonsuza
Kendi halinle ne güzelsin ey hayat,
uğultular vadisine gönlümce girdim
ve gördüm karıncanın tanrılığını
utandım göklere avuç açmaktan
giyindim ömrüme aşk hırkasını
96
27 Ocak 2011 Perşembe
YÜZYILIN SOKAKLARI
yağan kar mı yoksa kan mı gökkubbeden
Ürkerek açıyorum güne pencereleri
ölüm haberleriyle sarsılıyor antenler
Kadeş Savaşı bize üç bin yıl uzak
öyleyse bu vahşet ne eğer biraz insansak !
Namluya mermiyi sürene bakın hele
uygarlıktan dem vuruyor kürsülerde
Şu çocuk mezarları bir dile gelse
tükürür yüzünüze , tükürür yüzünüze
Açlıktan inliyor dünya coğrafyası
Haklar Bildirgesi hâlâ güzel bir ütopya
Zincirler şakırdıyor suskun sokaklarda
Spartaküsler’ini aranıyor bu çağ
Sabahı kanatlarına doldurup seviştikçe
aşkça ötüşen kuşlara imreniyorum
*(Mühür Ed. Dergisi;Tem.2009)
SIFIR VE SINIR
benim bitti dediğim
yeni başlangıçtır sizde
Sessizliği suladıkça
çıtırtılarla büyüyor
gül sıkısı bir bahçe
Beklerim son durağını
tülüne bürünüp gecelerin
yanlış ömrün gölgesinde
Ayrı sanılan her kımıltı
birbirini tetikliyor
bu karmaşık panoda
Yolunu yürüyor her kervan
karıncanın ne hükmü var
sakın ola böyle deme
Tartılara vurulunca
eksiği yoktur arının
orman göçüren filden
Sonsuza uzanan zincirin
mini minnacık halkasında
çalkalanır ömrümüz
Hangi sıfır hangi sınır
bu bitimsiz müzikte
söze nokta koy gel de
*(Eliz Ed. Kasım,2010)
YANIK TAMBUR
ay büyüyor gecede
İnceden iniyor tülü
kuşanıyor kuytuları
Su mudur dökülen
alevin dilleri mi yoksa
Hüzzamda karar kılıyor
zaman yorgunu şadırvan
Çargâhı mestane yolun
koy başını göğsüme
Yanık tambur, içli ney
öksüz çocuk gibiyim
Aşk bahsinde yaralı kuş
ıssız yuva gibiyim
Hiç sönmeyen yangını
taşı diyorsun bana
su ne yapsın ateş ne
doğuştan bir sarhoşa
Ay büyüyor gecede
yıldızlar dökülürken
“Yalnız bırakıp gitme
yine bu akşam erken”
*(Turunç Ed. Dergisi.Aralık,2010)
26 Ocak 2011 Çarşamba
KIRLANGICIN ÇALIMI
Yakanızda bir soru işaretiyim
yorulmak nedir bilmeyen bu akış
yatağıyla sevişir görünürse de
deltasına koşuyor yani denize
Hades, Kerberos'la sevişedursun
dağ olmazsa uçurumu neyleyim…
Senden düşüp sana çıkıyorum
ömrüm oluyor aradaki yol,
çölde vahayım kara gecede
ıtır savruluyor gülendamından
Aşka ibadete masal deme sakın
sevişen kuşlara bak,köpüren dalgalara
biri yoksa anlamı ne diğerinin?
Bu sarmalda al basıyor dalları
kum kendini dağ sanıyor dağsa uçurum
kendine özgedir kırlangıcın çalımı
ateş olmazsa suyu neyleyim…
Soyundum tenimden can hırkasını
sen önümde salınırken anadan üryan
şaşkın halindeyim aşkın ey güzel kadın,
köpüren alevim,kim durdurur bu yangını?
Odalar cam fanusa dönüşür sensiz
kilit pas tutarsa anahtar neye yarar?
Deltalara bölünüyorsam olur olmaz
seninle kıyısı var bu delicoş ırmağın
*(Kıyı Ed. Tem.Ağs.,2007)
ÇÖL KOKUSU
ne çok yarasa
ören
Urganı belinde cellatlar
zamana kafa tutuyorlar
kuş kanatsız uçarmış gibi
insan aşksız yaşarmış gibi
Ahh ne çok Nalıncı Hasan
ne çok mehdi
kavuk
Sokaklarda çöl kokusu
sıkma başlı fesleğenler
benzi soluyor çocukların
gül utanıyor suyundan
Kubilay’ım soruyor;
böylesini gördünüz mü
yılan dilli ihanetin,
akıl acılarla kıvranıyor
hurufilerin ellerinde
Olimpos’tan Arabistan’a
ne çok tanrı
karmaşa
Hangi kanalı ‘zaplasam’
anlamdan söz ediyor
anlamsız birileri
her gün biraz daha
değişiyor kutsal kitap
Hayat gel gitlerle çoğalıyor
dalga dalgaya yüklenirken
biçim beğeniyor özüne
o muhteşem girdap,
su kendini aklıyor hava da
çürüğünü özenle ayıklıyor
her kımıltının soy ağacı
Ahh ne çok yol
ne çok yol ağası
bezirgân başı
Muzaffer komutan edalarıyla
çıkıyorlar karşısına halk kervanının
Binbir Gece Masalı’nı açıyorlar önlerine,
dilek çadırları yalan ve şehvet kokuyor
dilek çadırları talan ve kan kokuyor
*(Akköy Dergi; Kasım,2010)
AYKIRI BERABERLİKLER
düşlerde aşkı arar gibisin
acılar var tadılmadık kim ne bilsin
yaşayamadığın ömre yanar gibisin
Bildiğini sandığın hiç bilmediğin
beraberliğine anlam veremediğin
sevdalara uyanıp eremediğin
acının kirmanında döner gibisin
Zorlama alevini içindeki yangının
zamanı akışına bırak da gitsin
yıllarını verdiğin bir yabancıyı
o kimdi diye sorar gibisin
*(Beste:Cemil Derelioğlu
Makam:Hüzzam
Usûl: Düyek)
(TRT Arşivi)
AY VURGUNU
uzun bacaklı nehirler akıyor
inleyen çağlayanlara doğru
Son virajlarını dönüyorum
resimlerde eskiyen mevsimlerin
diklenmen anlamsız ey yaralı ömrüm
Yıldız kuşları da neyin nesi
konup uçarken mavi sakallarımdan
bir tutam gökyüzü bırakıyorlar odama
Hüzzam makamının zamanıdır şimdi
konuşsun tambur,inlesin ney,dil sussun
ay’ın sofrasında ışıkları giyinelim bu gece
Mataramda yıllanan şarap ve şiir
yekinmeye hazır nice söz saklıdır
külhani baharlar saklıdır güzün içinde
Kavgalarla eriyen bir dağ ömrüm
hayat yeni giysiler biçiyor tenime
önce gidenlere yetişme telaşıyla
geçip gidiyorum dostlar toprağın türküsüyle
*(Zalifre Yazıları;Tem.Ağs.2010)
AŞK TERLEMESİ
akşamı getiren kuşlar yuvaya döndü
rüzgâr sustu kuytularda, sular duruldu
yalnız bir gölgeyim duvarlar arasında
ne çokmuş söylemediğim söylediğimden
sana güller veriyorum birazcık eğil
Odalar senin olsun dağların dili benim
ben çıkarım yokuşları anadan üryan
"yeter ki kararmasın
sol mememin altındaki cevahir "
hayır gelmez anladım canı eşya görenden
dost sandığım mor yalnızlıkmış meğer
Ola ki buzun altı sıcak su yatağıdır
bulurum ümidiyle saklı şifrelerini
açmayan bir gül ağacını okşuyorum inatla
şakıyan renkleri gösteriyorum
aşk terlemesini
son limanların kahırlı türküsüyüm artık
sensiz de yelken açar bu yorgun gemi
Güz haritasının çetrefilli yollarında
kılavuzu kendi olan yalnız bir kaptan
bulur mu acaba aşk sokaklarını
yıllardır aradığı o düş ülkesinin,
zaman kuyulara doğru akıyor hızla
her gün yeşil bir yaprak eksiliyor ömrümden
gövdem şimdi inim inim inleyen bir nehir
*(Onaltıkırkbeş: Nisan 2007)
AŞK GİRİNCE ARAYA
öpüverir sıcacık
alaca karanlığı,
göğüslerinin gülünü
koklayarak uyanırım
aşkı susar ortalık
Bir çağlayan savrulur
mor uçurumlarından,
bir deniz türkülenir
gözlerinin arasından,
gökyüzünün cümbüşleri
kuşlar uyanır sonra
rengi yiter ıssızlığın
Gamzelerinin ucundan
kelebekler havalanır
bahar gelir usulca,
tenimi yollara böler
kımıltılar kervanı
taşır beni yüksünmeden
ürpertiler içine
çözülür zamanın pası
İki oda bir salonda
ipektir sözlerin şalı,
kapılar güne açık
pencereler demirsiz
maskeler duvarda süs
bir huzur bahçesidir
camlara dayanan dünya,
nazlı bir sevgili gibi
öpüverir sıcacık
aşk eksilmez ömrümden
*(Şiir Ülkesi;Nisan 2004)
ADA
benim için çalıp söylüyor deniz
ıssızlığım yorgun bir aşkın kitabı
her sayfasında ben çıkıyor önüme
Seslerin rengini öğreniyorum usul
yengeçlerin dansından derinlerin dilini
sarmal kozaları çözüyorum birer birer
dünya dönüyor önümde belki de evren
Kavga yüklü gemiler geçiyor etrafımdan
köle tacirlerinin sesiyle kirleniyor suyum
şaha kalkıyor aşkla börtüm böceğim
sakınarak örtüyor üstüme güneşin ellerini
Girilmedik ada çiğnenmedik bahçe mi kaldı
zehirli otlar panayırına dönüştü dünya
korkuyorum maskelerin altındaki yüzlerden
korkuyorum acımasız talan tacirlerinden
Biz olalım dedikçe artıyor yalnızlığım
kendi bayrağını açıyor bütün ‘izm’ler
iştihayla yavrularını yiyiyor o kara kedi
korkuyorum yeşil yağmurların cehaletinden
*(Eliz Ed. Eylül,2010)
ASSOS’TA AKŞAM
mavisine kor bulaştı
rüzgârla cilveleşen
bahar kokulu suyun
Başı solgun kızıl gül
iki göğüs arasında
uykuyu içti gözleri
iç geçirdi bir çocuk
Şaşkın bir martı
tüneğini aranırken
dağın gölgesi indi
kıyıları öpen suya
Usul adımlarıyla
döne döne yerleşti
sarı benizli ay
yıldızların arasına
Menevişli denizin
içinden yükseliveren
koca bir balina gibi
salınıyordu Midilli
Sonsuzluğun sesiyle
aşk içre sarmaş dolaş
bir şimşek çakımıydı
düştü ömrüm önüme
*(Şiirce Edebiyat;Ağust.2010)
22 Ocak 2011 Cumartesi
SATRANÇ
yılan yüzlü birileri piyon demiş adıma
kolayca harcanacak bir nesne yani
düş odaları sığ olanların ellerinde
mermi sesinden ürken asker gibi
kendimi aranırım bulunduğum siperde
ardım sıra dizili omuzu kalabalıklara
hiç bıkmadan anlatırım bu gerçeği
benimle başlar savaş biter benimle
Düşünce tarlasında iki karedir yerim
kalın duvarlarımın olduğu söylenirse de
burçlarımı tutanların acemiliği yıkar beni
açılır bütün kapılar içten fethedilirim
işte bu an başlangıcıdır sarsıntının
ya uyanıksa biliyorsa becerilerimi
tek kaleyle de savunabilir ülkesini
göğüs kafesinde ırmaklar akan biri
Siyahtan beyaza ya da tersi ‘L’ ler çizerek
eşimi aranırım birlikte koşmak için
gök ülkeden geliyorsa şahin gözlü binicim
kırılır kilitleri şaha giden yolların
Küçücük bir çakıl taşı dağlaşıverir önümde
kesilir dermanı rüzgârla yarışan yüreğimin
kuralları hiçe sayan binicim acemiyse
başlamadan biter savaş, tökezler ayaklarım
Çapraz kulvarlarda gidip gelmektir işim
eşimle çıkarım yollara aynı at gibi
fil denince uzun hortumlu iri cüsseli
bir de Kartaca Komutanı Hannibal’in
yakarken Roma’yı gücünden yararlandığı
kalın derili acayip bir hayvan gelir akla
oysa avuç içine sığan bir çift oyun taşıyım
okyanuslarında dolaşırım düşüncenin
Tanrı’yı cebinde taşıyan bir vezirin ülkesi
gül bahçesi gibidir aşklar meşkler içinde
geçip giderken ömür kimseler kahır çekmez
insanlığını unutup da tanrı sanırsa kendini
bir koyup beş almayı düşünür evvel aklıyla
eksildikçe çıldırır bir kumarbaz gibi
ol saltanatın yeller eser yerinde
Taç kimin başındaysa şah odur, deli ya da veli
atadan kalma nişanesidir hükümranlığın
titrek bacaklı bir çocuksa bürünür kaftanına
tersine akacağını da sanır ırmakların
bir sabah ay’ın güneşi öptüğü saatlerde
dağları yüreklerinde taşıyan birileri
sökünce menteşelerini saltanat kapısının
kenevirden yapıldığını anımsar urganın
Uyanıkken rüya görmeye başladı mı insan
hayatın tartısına vurmalı kendini
avuçlarına doldurup toprağı koklamalı
kor ateşlere yaslamalı başını ki
ömrüyle içinde mi hayatın anlasın
yoksa suların üstünde yürüdüğüne
ay’ı ortasından ikiye böldüğüne
ölüleri dirilttiğine inanır
uğruna kurban olduğu şahın
Aynı güneşle ısınıyoruz zamanın karelerinde
genizlerimizi yakıyor gözyaşının tuzu
kırmızı akıyor damarlarımızda kan
karanlığı tel tel bölen şimşeğin
gök gürültüsünün içimize saldığı korku
doğduğumuz mağaraları gösteriyor bize
bir insandan kral yapmak; kah kah kah
birlikte oynadığımız bir oyundur yaşamak
*(Yenibinyıl Şiir;2001)
IRMAKLARIN KONUŞMASI
biz kana doyduk ey güzel su
ürpertilerle geçti bin yıllarımız
biter mi kıyılarımızdaki pusu?
Üryan kızları özledi bağrımız
şenlik ateşiyle yükselen türküleri,
ayrımına varırlar mı ki aşklarımızın
kirli baltaların barbar bileyicileri?
Denizin kokusunadır uzun koşumuz
mor büklümlü akşamların aşk beşiğine,
ey silah tacirleri ölümün kirli tüccarları
dağları dize getirmek kimin haddine?
Kommagene’yi bilir misiniz?
Binlerce tanrının cirit attığı ovaları,
bu coğrafyanın tam kalbinden doğuyoruz
görmezden gelebilir misiniz Anadolu atlasını?
Nice fetbazı aldı koynuna girdaplarımız
nice aşklar doğurdu nice destanlar,
yatağımız derinleşiyor içli seslerinizle
kimseler silemiyor insan kokusunu
Usulca yekiniyor yaşlı toprağın kollarından
yek vücut oluyor sonra binlerce pınar,
adı Sakarya,Dumlupınar,adı Yeşil ve Kızıl
kirli kürsüler birer birer boğuluyor sarmallarında
Kızılırmak Fırat’a sesleniyor usul;
güneşi eteğinde saklayan kadınlara bak ey güzel su
ateş gözlü çocukların anaları ölümlerden bıktı usandı
bir halaya kalkar gibi iniyorlar meydanlara
kumruların yüreğinde bıçak kemiğe dayandı
bıçak kemiğe dayandı
*(Afrodisyas Sanat;Ksm-Aralık.2010)
AŞK AVLUSU
ateş zorluyor külü
Korkuyla kim yaşamış ki
kim tüketmiş ömrünü
duvarlara haykırmadan
Yağmur kirlendi cancağızım
çatırdıyor suyun bendi
Hayra alâmet değil
için için susmalar
pas akıyor sokaklardan
İnsan kirlendi cancağızım
‘hep bana’ dan utanmıyor
İlâhili bir arabesk
avlusunu daraltıyor aşkın
gölge gibi geçiyoruz hayattan
*(Beşparmak;Ağst.2010)
21 Ocak 2011 Cuma
KAR SIZISI
Şimdilik bir rastlantı
bombalar düşmedi başıma
salgınlardan kurtuldum,
ensemde kara cehennem
dişlerinin sıcaklığı
kanserin, sarılığın, sars’ın,
bir korku filmi yaşadığım çağ
ömrümün ellinci yaşı merhaba
Düşlerimde kar sızısı
alnım ateşler içinde
gören içtiğimi sanacak
dünya yalpalıyor oysa
yanık ceset kokuyor ortalık,
her an çalabilir kapınızı
zamansız ecel tanrıları
diğer namıyla uygarlık !
Payıma düşen güneşe
göz dikenler karşısında
konuşmak yasaktı ya
susmak ölümcül ayıp,
iyice büründüm gömleğine
gül açan insan sıcaklığının
bir yudum sevgi uğruna
el edip çağırdım sizi
bekledim aşkın kıyısında
Yaşanacak ne kaldı ki
demeler sizin suçunuz
yürekleri paylaşmayı
tenden ibaret sayanlar
hangi toprağı suluyorsunuz?
Size dokunmayacak mı
dünyayı saran yılan?
Kuyruğunu çevirip
incecik ensesine
gururunu onarıyor
adı hayvan olan akrep
ateş çemberlerinde
siz susuyorsunuz
(Yağmurkuşunun Türküsü'nden;sf.45-46)